Twilight FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


~ TwiLighTuRK ~
 
AnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 19 (BENCİL)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
єηdLєSS Lσωє
єηdLєSS Lσωє



Mesaj Sayısı : 465
Kayıt tarihi : 07/03/10
Yaş : 30

Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 19 (BENCİL) Empty
MesajKonu: Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 19 (BENCİL)   Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 19 (BENCİL) EmptyPtsi Mart 08, 2010 3:24 am

Edward artık daha fazla dayanamayacağımı düşünerek beni eve taşıdı. Yolda uyuyakalmış
olmalıydım.
Uyandığımda yatağımdaydım ve kasvetli ışık penceremden içeri tuhaf bir açıyla kırılarak
giriyordu. Neredeyse öğleden sonra gibiydi.
Esnedim ve gerindim, parmaklarım onu aradı ama bulamadı.
"Edward?" diye mırıldandım.
Arayan parmaklarım soğuk ve düz bir şeye rastladı. Eliydi.
"Bu saatte gerçekten uyanık mısın?" diye homurdandı.
"Mmm" diye içimi çekerek onayladım. "Çok yanlış alarm oldu mu?"
"Çok hareketliydin – bütün gün konuştun."
"Bütün gün?" gözlerimi kırpıştırdım ve tekrar camdan dışarı baktım.
"Uzun bir gece geçirdin," dedi rahatlatıcı bir şekilde. "Yatakta bir gün geçirmeyi hak ettin."
Kalkıp oturdum ve başım döndü. Işık camdan içeri gerçekten de batıdan doğru giriyordu. "Vay
canına."
"Aç mısın?" diye tahminde bulundu. "Yatakta kahvaltı yapmak ister misin?"
"Ben hallederim," diye inledim tekrar esneyerek. "Kalkıp hareket etmem gerek."
Mutfağa giderken sanki düşecekmişim gibi beni dikkatlice izlerken elimden tuttu. Belki de
benim uykumda yürüdüğümü sanıyordu.
Basit bir şeyler yaptım, tost makinesine birkaç turta attım. Yansıtıcı krom yüzeyinde kendimi
gördüm.
"Ah, berbat haldeyim."
“Uzun bir geceydi,” diye tekrarladı. “Burada kalıp uyumalıydın.”
“Doğru! Ve her şeyi kaçırdım. Biliyorsun, artık ailenin bir parçası olduğum gerçeğini kabul
etmeye başlamalısın.”
Gülümsedi. “Sanırım bu fikre alışabilirim.”
Kahvaltımla birlikte oturdum, o da yanıma oturdu. İlk ısırığımı almak için turtamı
kaldırdığımda, elime baktığını fark ettim. Aşağı doğru baktım ve hala Jacob'ın bana partide
vermiş olduğu hediyeyi taktığımı gördüm.
“İzin verir misin?” diye sordu minik tahtadan oyulmuş kurda doğru uzanarak.
Gürültülü bir şekilde yutkundum. “Ah, tabii.”
Elini tılsımlı bileziğin altına doğru götürdü ve küçük figürü buz gibi avuç içinde tuttu. Bir an
için, korktum. Parmaklarının küçücük bir hareketi, bileziği paramparça edebilirdi.
Ama tabii ki Edward böyle bir şey yapmazdı. Bunu düşündüğüm için bile utanç duydum.
Kurdu avucunda sadece bir dakika tuttu ve bıraktı. Bilezik bileğimde hafifçe sallandı.
Gözlerindeki ifadeyi okumaya çalıştım. Tüm görebildiğim şey dalgınlıktı; geri kalan her şeyi
saklamıştı – eğer başka bir şey varsa.
“Jacob Black sana hediyeler verebiliyor.”
Bu bir soru da değildi, bir suçlama da. Sadece gerçeğin bir beyanıydı. Ama ben geçen doğum
günüme ve hediyeler yüzünden tepemin atmasına gönderme yaptığını biliyordum. Hiçbirini
istemememiştim. Özellikle Edward'dan. Tamamiyle mantıklı değildi ve elbette herkes bu fikrimi
görmezden gelmişti zaten...
“Bana hediyeler verdin,” diye hatırlattım ona. “Evde yapılmış olanları sevdiğimi biliyorsun.”
Birkaç saniyeliğine dudaklarını büktü. “Peki ya elden düşmeler? Onlar da kabul edilebilir mi?”
“Ne demek istiyorsun?
“Bu bilezik.” Parmağını bileğimin çevresine sürdü. “Bunu çok takacak mısın?”
Omuz silktim.
“Çünkü onun duygularını incitmek istemezsin.” dedi kurnazlıkla.
“Tabii, sanırım öyle.”
“O zaman sence de adil olmaz mıydı,” diye sordu, konuşurken elime bakarak. Avucum yukarı
gelecek şekilde elimi çevirdi ve parmağını bileğimdeki damarlarda dolaştırdı. “küçük bir simge
koysaydım?”
“Simge?”
“Bir tılsım – beni aklına getirecek bir şey.”
“Sahip olduğum tüm düşüncelerde sen varsın. Hatırlatıcılara ihtiyacım yok.”
“Peki, sana bir şey verseydim, takar mıydın?” diye üsteledi.
“Elden düşme bir şey mi?”
“Evet, bir süredir elimde olan bir şey.” Meleğimsi gülümsemesini kondurmuştu yüzüne.
Eğer bu Jacob'ın hediyesine tek tepkisi olacaksa, seve seve kabul edebilirdim. “Seni ne mutlu
edecekse.”
“Eşitsizliği fark ettin mi?” diye sordu, ses tonu suçlamaya dönmüştü. “Çünkü ben kesinlikle
fark ettim.”
“Ne eşitsizliği?”
Gözleri kısıldı. “Başka herkes sana bir şeyler verebiliyor. Benim dışımda herkes. Sana bir
mezuniyet hediyesi almak beni çok mutlu ederdi, ama almadım. Bunun seni başka birisinin
hediye vermesinden daha fazla üzeceğini biliyordum. Bu son derece haksızlık. Bunu nasıl
açıklıyorsun?”
“Kolay.” Omuz silktim. “Sen herkesten daha önemlisin. Ve sen bana seni verdin. Bu zaten hak
ettiğimden çok daha fazlası ve vereceğin herhangi bir şey dengeyi bozardı.”
Bunu bir an için düşündü ve sonra gözlerini devirdi. “Beni dikkate alış şeklin gülünç.”
Sakince kahvaltımı çiğnedim. Tamamıyla tersini anladığını söylediğimde dinlemeyeceğini
biliyordum.
Edward'ın telefonu çaldı.
Açmadan önce numaraya baktı. “Ne oldu, Alice?”
Dinledi ve tepkisini bekledim, birden tedirgin oldum. Ama ne söylediyse onu şaşırtmadı. Birkaç
kere içini çekti.
“O kadarını ben de tahmin etmiştim,” dedi gözlerimin içine bakıyordu, kaşına onaylamaz bir
kavis vermişti. “Uykusunda konuşuyordu.”
Kızardım. Ne demiştim şimdi?
“Ben hallederim.” diye söz verdi.
Telefonu kapatırken bana dik dik baktı. “Benimle konuşmak istediğin bir şey var mı?”
Bir an düşündüm. Alice'in dün geceki uyarısını göz önüne alırsak, neden aradığını tahmin
edebilirdim. Ve gün içinde uyurken gördüğüm kabusları – Jasper'ı kovaladığım, onu takip
etmeye çalıştığım ve labirent gibi ormanlıktaki açıklığı bulduğum ve Edward'ı ve beni
öldürmeye çalışan canavarları orada bulacağımı bildiğim ama çoktan kararımı vermiş olduğum
için onları umursamadığım kabusları – hatırladıkça Edward'ın ben uyurken neler duyduğunu
da tahmin edebilirdim.
Bir anlığına dudaklarımı büktüm, bakışlarına karşılık veremiyordum. Bekledi.
“Jasper'ın fikrini sevdim,” dedim sonunda.
İnledi.
“Yardım etmek istiyorum. Bir şeyler yapmak istiyorum.” diye ısrar ettim.
“Tehlikede olman yardımcı olmaz.”
“Jasper olacağını düşünüyor. Bu onun uzmanlık alanı.”
Edward bana ters ters baktı.
“Beni uzak tutamazsın,” diye tehdit ettim. “Sen benim için bütün riskleri alırken ben ormanda
saklanmayacağım.”
Birdenbire gülümsemesini zor tutmaya başladı. “Alice seni açıklıkta görmüyor, Bella. Seni
ormanlıkta kaybolmuş bir şekilde sendelerken görüyor. Bizi bulmayı başaramayacaksın; sadece
daha sonrasında seni bulmam için bana daha çok zaman kaybettireceksin.”
Onun gibi sakin kalmaya çalıştım. “Bunun sebebi Alice'in Seth Clearwater'ı hesaba katmamış
olması,” dedim kibarca. “Eğer katmış olsaydı, elbette hiçbir şey göremiyor olacaktı zaten. Ama
Seth de en az benim kadar orada olmak istiyor gibi görünüyor. Bana yol göstermesi için onu
ikna etmek çok da zor olmasa gerek.”
Öfkesi yüzüne yansıdı ve sonra derin bir nefes alıp kendini topladı. “İşe yarayabilirdi... eğer
bana söylemeseydin. Şimdi tek yapmam gereken Sam'den Seth'e kesin emirler vermesini
istemem. Her ne kadar yapmak istese de Seth öyle bir emre karşı gelemez.”
Tatlı tatlı gülümsedim. “Ama neden Sam o emirleri versin ki? Benim orada bulunmamın ne
kadar yardımcı olacağını söylesem? Bahse varım ki Sam sendense bana bir iyilik yapmayı tercih
eder.”
Tekrar kendini toparlamak zorunda kaldı. “Belki de haklısın. Ama eminim Jacob bu emirleri
vermek için fazlasıyla istekli olacaktır.”
Kaşlarımı çattım. “Jacob?”
“Jacob komutada ikinci. Sana hiç söylememiş miydim? Onun emirlerinin de dinlenmesi
gerekiyor.”
Beni alt etmişti. Gülüşünden bunu onun da bildiği belliydi. Alnım kırıştı. Jacob onun
tarafındaydı – sadece bu örnekte – bundan emindim. Ve Jacob bana bunu hiç söylememişti.
Edward bu anlık sersemleyişimden faydalandı ve sakin ve yumuşak bir sesle devam etti.
“Dün akşam sürüdekilerin zihinlerine muhteşem bir bakış attım. Pembe diziden de iyiydi. Bu
kadar geniş bir sürüdeki dinamiğin bu kadar karmaşık olabileceği hayatta aklıma gelmezdi.
Bireysel çekime karşı çoğunluk psikolojisi... Kesinlikle büyüleyici.”
Besbelli dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. Ona dik dik baktım.
“Jacob fazlasıyla sır saklıyor.” Dedi sırıtarak.
Cevap vermedim, sadece düşüncemi savunmaya devam edip bir açık bekleyerek dik dik
bakmaya devam ettim.
“Örneğin, dün gece oradaki daha küçük gri kurdu fark ettin mi?”
Başımla katı bir şekilde onayladım.
Kıkırdadı. “Onlar bütün efsanelerini çok ciddiye alırlar. Ama meğer hiçbir hikayelerinin
onları hazırlayamayacağı şeyler varmış.”
İçimi çektim. “Tamam, pes ediyorum. Neden bahsediyorsun?”
“Her zaman hiçbir şüphe duymaksızın, dönüşüm geçirme gücüne sahip olan kişinin sadece
orijinal kurdun öz torunu olabildiğini kabul etmişlerdi.”
“Yani, öz torun olmayan biri mi dönüşüm geçirmiş?”
“Hayır. Kız gerçekten de öz torunu.”
Gözlerimi kırpıştırdım ve gözlerim açıldı. “Kız?”
Başını salladı. “Seni tanıyor. Adı Leah Clearwater.”
“Leah bir kurt adam mı!” diye haykırdım. “Ne? Ne zamandır? Jacob neden bana söylemedi?”
“Paylaşmaya izni olmadığı şeyler vardı – sayıları, mesela. Daha önce de söylediğim gibi, Sam
bir emir verdiği zaman, sürü basitçe bu emri yok sayamıyor. Jacob benim yanımdayken başka
şeyler düşünecek kadar dikkatliydi. Tabii dün geceden sonra, hepsi uçtu gitti.”
“Buna inanamıyorum. Leah Clearwater!” Birdenbire, Jacob’ın Leah ve Sam’den bahsettikten
sonra çok fazla şey söylemiş gibi davrandığını hatırladım. Sam’in bütün sözlerini bozduğunu
bilerek her gün Leah’nın gözlerinin içine bakmak zorunda oluşu hakkında söyledikleri... Yaşlı
Quil içindekileri söyleyerek üzerindeki yükü atıp Quileute oğullarının paylaştıklarını feda
ederken, yanağında bir gözyaşı parlayan, uçurumun kenarındaki Leah... Ve çocuklarıyla sorun
yaşadığı için Sue ile vakit geçiren Billy... ve aslında sorun her ikisinin de kurt adam
olmasıymış!
Daha önce Leah Clearwater’ı pek düşünmemiştim. Sadece Harry ölünce onun kaybı için
üzülmüş, sonrasında da Jacob, Sam ve kuzeni Emily arasındaki tuhaf mühürlenmenin nasıl
Leah’nın kalbini kırdığı hakkındaki hikayeyi anlattığında acımıştım.
Ama şimdi Sam’in sürüsünün bir parçasıydı, onun düşüncelerini okuyabiliyordu... ve kendi
düşüncelerini saklamaktan da acizdi.
Bu kısımdan gerçekten nefret ediyorum, demişti Jacob. Utanç duyduğun her şey, herkesin
görebilmesi için ortalığa serilmiş durumda.
“Zavallı Leah,” diye fısıldadım.
Edward homurdandı. “Diğerleri için hayatı ondan beklenmeyecek şekilde nahoş yapıyor. Senin
sempatini hak ettiğinden emin değilim.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Bütün düşüncelerini başkalarıyla paylaşmak onlar için yeterince zor. Çoğu iş birliği yapmaya,
daha kolaylaştırmaya çalışıyor. Tek bir üyeleri bile bilerek kötü niyetli oluyorsa, bu durum her
biri için acı verici oluyor.”
“Yeterince sebebi var.” Hala onun tarafını tutarak mırıldandım.
“Ah, biliyorum,” dedi. “Mühürlenme dayatması hayatımda tanık olduğum en tuhaf şeylerden
birisi ve ben gerçekten tuhaf şeyler gördüm.” Dedi ve kafasını hayretle salladı. “Sam’in
Emily’sine bağlı oluş şekli tarif edilemez – ya da onun Sam’i demeliyim. Sam’in gerçekten
başka çaresi yoktu. Bana perilerin aşk efsunlarının yol açtığı bütün o kaosu anlatan Bir Yaz
Gecesi Rüyası’nı hatırlatıyor... sihir gibi.” diyerek gülümsedi. “Neredeyse benim sana
hissettiğim kadar güçlü bir duygu.”
“Zavallı Leah,” dedim tekrar. “Ama kötü niyetli derken ne demek istiyorsun?”
“Sürekli diğerlerinin hatırlamak istemediği şeyleri düşünüp duruyor,” diye açıkladı. “Örneğin,
Embry.”
“Embry’nin nesi var?” diye sordum şaşırarak.
“On yedi yıl önce annesi ona hamileyken, Makah arazisinden taşınmıştı. Quileute değildi.
Herkes babanın Makah’lardan olduğunu düşündü. Ama sonra sürüye katıldı.”
“Sonra?”
“Babası için baş aday var Quil Ateara Sr., Joshua Uley ya da Billy Black’di, ama tabii o
zamanlar hepsi de evliydi.”
“Hayır!” diye haykırdım. Edward haklıydı – bu tamamen bir pembe dizi gibiydi.
“Şimdi Sam, Jacob ve Quil’in üçü de hangisinin bir üvey kardeşi var merak ediyorlar. Hepsi
Sam olmasını istiyorlar, çünkü onun babası hiçbir zaman baba gibi olmamıştı ona karşı. Ama
tabii şüphe her zaman ortada. Jacob hiçbir zaman Billy’ye bu konu hakkında soru soramamış.”
“Vay canına. Bir gecede bütün bunların hepsini nasıl anladın?”
“Sürünün zihni büyüleyici. Hepsi birlikte ve sonra aynı zamanda ama ayrı ayrı düşünüyorlar.
Okuyacak o kadar çok şey var ki!”
Sesi hafif pişman geliyordu, sanki tam en önemli noktasında bir kitabı okumayı bırakmış birisi
gibi. Güldüm.
“Sürü oldukça etkileyici.” Diyerek ona katıldım. “Neredeyse senin benim dikkatimi dağıtmaya
çalıştığın zamanlardaki kadar etkileyici.”
İfadesi yine kibarlaştı – mükemmel bir poker yüzüydü.
“O açıklıkta olmalıyım, Edward.”
“Hayır,” dedi konuyu kapatırcasına.
O anda kesin bir yol aklıma geldi.
O açıklıkta bulunmam o kadar da zorunlu değildi. Sadece Edward neredeyse orada olmam
gerekiyordu.
Zalimce, diye suçladım kendimi. Bencil, bencil, bencil! Yapma bunu!
İç sesimi duymazlıktan geldim. Yine de konuşurken ona bakamıyordum. Suçluluk hissi,
gözlerimi masaya yapıştırmıştı.
“Tamam, bak, Edward,” diye fısıldadım. “Şöyle bir şey var... daha önce bir kere delirdim.
Sınırlarımı biliyorum. Ve beni tekrar terk edersen buna katlanamam.”
Çektirdiğim acının ne kadar olduğunu bilmekten korktuğum için bakışlarımı kaldırıp tepkisine
bakmadım. Aniden nefes alışını ve sonrasında onu takip eden sessizliği duydum. Sözlerimi geri
alabilmeyi dileyerek koyu renkli tahta masaya bakmaya devam ettim. Ama tabii alamayacağımı
biliyordum. İşe de yaramazdı.
Birdenbire, kollarıyla beni sarmıştı, elleri yüzümü ve kollarımı okşuyordu. O, beni teselli
ediyordu. Suçluluk sarmal bir hale geçip bütün vücudumu sardı. Ama yaşama içgüdüsü daha
güçlüydü. Benim hayatta kalmam için o, şüphesiz, en önemli etkendi.
“Durumun öyle olmadığını biliyorsun, Bella” diye mırıldandı. “Çok uzakta olmayacağım ve
hemen bitecek.”
“Buna katlanamam,” diye üsteledim, hala aşağıya bakıyordum. “Geri dönüp dönmeyeceğini
bilmemek, Ne kadar çabuk biterse bitsin, buna nasıl katlanırım?”
İçini çekti. “Kolay olacak, Bella. Korkuların anlamsız.”
“Hepsi mi?”
“Hepsi.”
“Ve herkes iyi olacak mı?”
“Herkes,” diye söz verdi.
“Benim açıklıkta olmam için hiçbir sebep yok mu?”
“Tabii ki yok. Alice az önce on dokuz kişi olduklarını söyledi. Çok kolay halledeceğiz.”
“Doğru – o kadar kolay ki biri gitmese de olur demiştin” dedim dün geceki sözlerini
tekrarlayarak.
“Evet.”
Çok kolaydı – bunu görmüş olması gerekirdi.
“O kadar kolay ki sen de gitmesen olur?”
Uzun bir sessizlikten sonra, sonunda başımı kaldırıp tepkisine bakabildim.
Poker yüzü geri gelmişti.
Derin bir nefes aldım. “Öyleyse biri ya da öteki. Ya benim bilmemi istediğinden çok daha fazla
tehlikesi var ki bu durumda edebileceğim her yardımı edebilmek için benim de orada olmam
doğru olur. Ya da... o kadar kolay ki sensiz de halledebilirler. Hangisi?”
Konuşmadı.
Ne düşündüğünü biliyordum – benim düşündüğümün aynısı. Carlisle. Esme. Emmett. Rosalie.
Jasper. Ve... bu son ismi düşünmemek için kendimi zorladım. Ve Alice.
Bir canavar olup olmadığımı merak ettim. Onun olduğunu düşündüğü türde bir canavar değil,
gerçek türde. İnsanları kıran türde. Söz konusu istediği şeyler olunca sınırları olmayan türde.
Benim istediğim onu güvende tutmak, benimle birlikte güvende. Neler yapabileceğime dair bir
sınırım var mıydı, bunun için neleri feda ederdim? Emin değildim.
“Benden benim yardımım olmadan dövüşmelerine izin vermemi mi istiyorsun?” dedi alçak
sesle.
“Evet.” İçimden o kadar rezil hissederken, sesimi o kadar düzgün tutabildiğime şaşırdım. “Ya
da bırak ben de geleyim. Her iki türlü de birlikte olacağız.”
Derin bir nefes aldı ve yavaş bir şekilde nefesini verdi. Ellerini yüzümün her iki tarafına da
yerleştirdi ve bakışlarına karşılık vermem için zorladı. Gözlerimin içine uzun uzun baktı. Ne
aradığını merak ettim, ya da ne bulduğunu. Suçluluk duygusu yüzümde de – beni hasta eden –
midemdeki kadar ağır mıydı?
Gözleri okuyamadığım bir duyguyla kısıldı ve bir elini telefonunu çıkarmak için indirdi.
“Alice,” dedi içini çekerek. “Gelip de bir süreliğine Bella’ya bakabilir misin?” tek kaşını
kaldırdı, sözüne karşılık vereceğimi bekleyerek. “Jasper’la konuşmalıyım.”
Besbelli kabul etmişti. Telefonu kaldırdı ve yüzüme dik dik bakmaya devam etti.
“Jasper’a ne diyeceksin?” dedim fısıldayarak.
“Onunla bir konuda tartışacağım... onlarla gitmemem konusunda.”
Bu sözlerin onun için ne kadar zor olduğunu yüzünden okuması zor değildi.
“Üzgünüm.”
Üzgündüm. Bunu yaptırmaktan nefret ediyordum. Ama sahte bir gülümsemeyle bensiz
gitmesini söyleyecek kadar değil. Kesinlikle o kadar değil.
“Özür dileme,” dedi biraz gülümseyerek. “Nasıl hissettiğini bana söylemekten asla korkma,
Bella. Eğer ihtiyacın olan şey buysa...” omuz silkti. “Sen benim ilk önceliğimsin.”
“O açıdan söylememiştim – sanki ailen yerine beni seçmeliymişsin gibi.”
“Bunu biliyorum. Ayrıca bu istediğin şey değildi. Sen bana katlanabileceğin iki seçenek sundun
ben de kendi katlanabileceğimi seçtim. Uzlaşmanın böyle işlemesi gerekiyor.”
Öne eğildim ve alnımı göğsüne yasladım. “Teşekkür ederim.” Diye fısıldadım.
“Her zaman,” diye cevap verdi saçlarımı öperek. “Ne olursa.”
Bir süre hareket etmedik. Yüzümü gömleğine bastırarak saklı tuttum. İçimde iki ses mücadele
etti. Biri iyi ve cesur olmamı isteyen, diğeri de iyi olanına çenesini kapamasını söyleyen.
“Üçüncü eş kim?” diye sordu birden.
“Ha?” dedim oyalanarak. O rüyayı tekrar gördüğümü hatırlamıyordum.
“Dün gece ‘üçüncü eş’ hakkında bir şeyler mırıldanıyordun. Geri kalanlar biraz anlam ifade etti
ama beni onda kaybettin.”
“Ah. Hmm, evet. O gece ateşin çevresinde dinlediğim hikayelerden biri sadece.” Omuz silktim.
“Sanırım beynime kazınmış.”
Edward benden uzaklaştı ve kafasını yana doğru yatırdı. Muhtemelen sesimdeki rahatsızlık
yüzünden kafası karışmıştı.
O soramadan, Alice mutfak kapısının önünde huysuz bir ifadeyle belirdi.
“Bütün eğlenceyi kaçıracaksın” diye homurdandı.
“Merhaba, Alice,” diyerek karşıladı onu. Bir parmağını çenemin altına koydu ve veda öpücüğü
verebilmek için yüzümü hafifçe kaldırdı.
“Gece geç gelirim,” dedi. “Bu konuyu diğerleriyle de konuşmam, işleri ayarlamam gerek.”
“Tamam.”
“Ayarlanacak bir şey yok,” dedi Alice. “Onlara söyledim bile. Emmett memnun oldu.”
Edward içini çekti. “Elbette memnun olur.”
Beni Alice’le yüzleşmek üzere bırakarak kapıdan çıktı.
Alice ters bir bakış attı.
“Üzgünüm,” diye tekrar özür dilerim. “Sence bu durum, seni daha fazla tehlikeye sokar mı?”
Homurdandı. “Çok fazla endişeleniyorsun, Bella. Saçların erken beyazlayacak.”
“Neden mutsuzsun o zaman?”
“Edward işler onun istediği gibi gitmediği zaman fazlasıyla dırdırcı birine dönüşür. Sadece
önümüzdeki birkaç ay onunla birlikte yaşayacağımı tahmin ediyorum.” Surat yaptı. “Sanırım,
seni aklı başında tutacaksa, buna değer. Ama keşke bu karamsarlığını kontrol edebilsen, Bella.
Çok gereksiz.”
“Jasper’ın sensiz gitmesine izin verir miydin?” diye ısrar ettim.
Alice yüzünü buruşturdu. “O farklı.”
“Öyle tabii ki.”
“Git kendini temizle biraz,” diye emretti. “Charlie on beş dakika içinde evde olacak, eğer böyle
perişan görünürsen bir daha senin dışarı çıkmana izin vermez.”
Vay canına, gerçekten bütün günü kaybetmişim. Büyük bir kayıp gibi hissettirdi. Her zaman
vaktimi uyuyarak harcamayacağıma memnundum.
Charlie eve geldiğinde tamamıyla insan içine çıkabilecek haldeydim – tamamen giyinik, saçlar
düzgün ve mutfakta akşam yemeğini masaya koyuyordum. Alice Edward’ın her zamanki yerine
oturdu ve bu da Charlie’yi mutlu etmeye yetti.
“Selam, Alice! Nasılsın, canım?”
“İyiyim, Charlie, teşekkürler.”
“Görüyorum ki sonunda yataktan çıkabilmişsin, uykucu.” Dedi bana onun yanına otururken,
tekrar Alice’e dönmeden önce. “Herkes dün ailenin verdiği partiden bahsediyor. Bahse girerim
önünde esaslı bir temizlik işi vardır.”
Alice omuz silkti. Onu tanıyordum, işi çoktan bitirmişti.
“Buna değdi.” dedi. “Harika bir partiydi.”
“Edward nerede?” diye sordu Charlie biraz gönülsüzce. “Temizliğe yardım ediyor mu?”
Alice içini çekti ve suratı acıklı bir hal aldı. Muhtemelen bir roldü bu ama benim pozitif
kalabilmem için fazla mükemmeldi. “Hayır. Hafta sonunu Emmett ve Carlisle ile birlikte
geçirme planları yapmakta.”
“Yürüyüş mü yine?”
Alice başını salladı, yüzü üzgün bir hale geldi. “Evet. Benim dışımda, hepsi gidiyor. Her okul
yılının sonunda sırt çantalarımızı alıp gezeriz, bir çeşit kutlama olarak, ama bu sene yürüyüşe
gitmek yerine alışveriş yapmayı tercih ettiğime karar verdim ve hiçbirisi de benimle birlikte
kalmayacak. Terk edildim.”
Yüzü buruştu ve ifadesi öyle yıkılmış bir hal aldı ki Charlie otomatik olarak öne doğru eğilip
yardım edebilmek ümidiyle bir elini uzattı. Ona şüphelenerek dik dik baktım. Ne yapıyordu?
“Alice, hayatım, neden gelip bizimle kalmıyorsun?” diye önerdi Charlie. “O büyük evde
yapayalnız kalacağını düşünmek beni üzer.”
İçini çekti. Masanın altından bir şey ayağımı ezdi.
“Ay!” diye haykırdım.
Charlie bana döndü. “Ne?”
Alice bana hayal kırıklığına uğramış bir bakış attı. Bu gece her şeyi çok yavaş anladığımı
düşündüğünü söyleyebilirdim.
“Ayağımı çarptım.” Diye mırıldandım.
“Ah.” Tekrar Alice’e döndü. “O zaman, ne dersin?”
Tekrar ayağıma bastı, bu sefer o kadar sert değildi.
“Ee, Baba, biliyorsun burada yatacak çok da iyi bir yer sağladığımız söylenemez. Eminim Alice
yerde yatmak istemiyordur...”
Charlie dudaklarını büzdü. Alice tekrar o yıkılmış ifadesini takındı.
“Belki de Bella seninle birlikte orada kalmalı,” diye önerdi. “Sadece ailen geri dönünceye
kadar.”
“Ah bunu yapar mısın, Bella?” Alice bana ışıl ışıl parlayan bir şekilde gülümsedi. “Benimle
alışveriş yapmakta bir sakınca görmezsin, değil mi?”
“Elbette,” diye onayladım. “Alışveriş. Tamam.”
“Ne zaman ayrılıyorlar?” diye sordu Charlie.
Alice yine surat yaptı. “Yarın.”
“Beni ne zaman istersin?” diye sordum.
“Akşam yemeğinden sonra sanırım.” Dedi, sonra bir parmağını çenesine koydu, düşünceliydi.
“Cumartesi meşgul değilsin, değil mi? Alışveriş için şehir dışına çıkmayı istiyorum ve tam
günlük bir şey olacak.”
“Seattle olmaz.” Dedi birden Charlie lafa karışarak, kaşlarını çatmıştı.
“Tabii ki olmaz.” Diye onayladı hemen Alice, ama ikimiz de biliyorduk ki Seattle Cumartesi
günü fazlasıyla güvenli olacaktı. “Ben Olympia olur diye düşünüyordum, belki....”
“Bu hoşuna giderdi, Bella.” Charlie’de rahatlamanın verdiği neşe vardı. “Git de şehrin tadını
çıkar.”
“Evet, baba. Harika olacak.”
Kolay bir sohbet ile Alice dövüş için programımı boşaltmıştı.
Edward fazla geç olmadan döndü. Charlie’nin iyi yolculuklar dileklerini şaşırmaksızın kabul
etti. Sabah erkenden ayrılacaklarını iddia etti ve her zamankinden daha önce iyi geceler dedi.
Alice de onunla gitti.
Onlar ayrıldıktan kısa bir süre sonra ben de izin istedim.
“Yorgun olamazsın.” diye itiraz etti Charlie.
“Birazcık.” Yalan söyledim.
“Partileri kaçırmaktan hoşlanman çok daha şaşırtıcı değil,” diye mırıldandı. “Kendine gelmen
zaman alıyor.”
Yukarıda, Edward yatağımda boylu boyunca yatıyordu.
“Kurtlarla ne zaman buluşuyoruz?” diye mırıldandım ona katılmak üzere giderken.
“Bir saat içinde.”
“Bu iyi. Jake ve arkadaşlarının biraz uykuya ihtiyaçları var.”
“Senin kadar değil,” diye işaret etti.
Benim evde kalmamı sağlamaya çalışacağını düşünerek konuyu değiştirdim. “Alice sana beni
yine kaçırmayı düşündüğünden bahsetti mi?”
Sırıttı. “Aslında, kaçırmıyor.”
Şaşkınlıkla ona dik dik baktım ve o da sessizce surat ifademe güldü.
“Seni rehin tutma yetkisi olan bir tek ben varım, unuttun mu?” dedi. “Alice diğerleriyle birlikte
ava gidecek.” İçini çekti. “Sanırım artık onu yapmama gerek kalmadı.”
“Beni sen mi kaçırıyorsun?”
Başını onaylarcasına salladı.
Kısaca üzerinde düşündüm. Aşağıda dinleyen ve sürekli kapıya gelip kontrol etmeyen bir
Charlie yok. Ve bir ev dolusu tamamen uyanık, insanın işine burnunu sokabilecek kadar hassas
duyma yetileri olan vampirler de yok... Sadece o ve ben – gerçekten yalnız.
“Senin için bir sakıncası var mı?” diye sordu, sessizliğim onu endişelendirmişti.
“Şey... yok tabii ki, ama bir şey dışında.”
“Ne?” Gözleri kaygılıydı. Bu akıl almaz bir şeydi, ama yine de bir benimle olmaktan huzursuz
gibi görünüyordu. Belki de daha çık olmalıydım.
“Alice neden Charlie’ye bu gece ayrıldığını söylemedi?” diye sordum.
Rahatlamış bir şekilde güldü.
Açıklığa giderkenki yolculuktan dün gecekinden daha çok zevk aldım. Hala suçlu
hissediyordum, hala korkuyordum ama artık dehşete düşmüş değildim. İşe yarayabiliyordum.
Gelecek olanın ötesini görebiliyordum ve neredeyse her şeyin iyi olacağına inanabiliyordum.
Edward dövüşü kaçırma fikriyle bir sorun yaşamıyor gibi görünüyordu... ve bu da dövüşün
kolay olacağını söylemesine inanmamayı güçleştiriyordu. Buna kendisi de inanmasa ailesini
terk etmezdi. Belki Alice haklıydı, fazla endişeleniyordum.
Açıklığa en son biz vardık.
Vardığımızda Jasper ve Emmett güreşiyorlardı – kahkahalarıyla ısınıyorlardı. Alice ve Rosalie
sert yere uzanmışlar, onları seyrediyorlardı. Esme ve Carlisle, hiçbir şeye dikkat etmeyerek, baş
başa verip, parmakları kenetlenmiş şekilde birkaç metre ilerde konuşuyorlardı.
Bu gece çok daha aydınlıktı, ay ince bulutların arasından parlıyordu ve ben farklı açılardan
izlemek üzere antrenman alanının kenarında, birbirlerinden uzak oturmuş üç kurdu kolaylıkla
görebiliyordum.
Jacob’ı tanımak da kolaydı; başını kaldırıp geldiğimiz yöne doğru bakmadan bile onu bir
bakışta tanıyabilirdim.
“Kurtların geri kalanı nerede?” diye merak ettim.
“Hepsinin burada olmasına gerek yok. Teki kişi halledebilir, ama Sam Jacob istekli bile olsa
sadece onu gönderebilecek kadar bize güvenmedi. Quil ve Embry onun her zamanki... Sanırım
o ikisine onun yoldaşları diyebiliriz.
“Jacob sana güveniyor.”
Başıyla onayladı. “Onu öldürmeye çalışmayacağımıza güveniyor. Sadece bu kadar gerçi.”
“Bu gece katılacak mısın onlara?” tereddütle sordum. Bunun eğer geride kalsaydım benim için
ne kadar zor olacaktıysa onun için de neredeyse o kadar zor olacağını biliyordum. Belki de
daha zor.
“İhtiyacı olduğunda Jasper’a yardım edeceğim. Eşit sayıda olmayan gruplaşmayı deneyip
birden fazla saldırganla baş etmeyi öğretmeyi istiyor.”
Omuz silkti.
Ve taze bir panik dalgası kendime güven duygumu paramparça etti.
Sayıları hala daha azdı. İşleri daha kötü hale getiriyordum.
Tepkimi saklamaya çalışarak sahaya baktım.
Kendime yalan söylerken, her şeyin benim ihtiyacım olduğu şekilde yoluna gireceğine kendimi
inandırmaya çalışırken bakmak için yanlış bir yerdi. Çünkü gözlerimi Cullenlar’dan
uzaklaştırdığımda – şimdilik oyun gibi olan bu dövüşlerin birkaç gün içinde gerçek ve ölümcül
hale geleceğini aklımdan uzaklaştırdığımda – Jacob bakışlarımı yakaladı ve gülümsedi.Daha
önceki kurtsu sırıtışın aynısıydı, gözleri insanken kısıldığı şekilde kısılıyordu.
Çok da uzun olmayan bir süre önce kurt adamları korkutucu bulduğuma inanması güçtü. Öyle
ki onlarla ilgili kabus görmekten uyuyamıyordum.
Sormadan, diğerlerinden hangisinin Embry hangisinin Quil olduğunu biliyordum. Çünkü
Embry, gözle görülür bir şekilde daha zayıf, sırtında siyah benekler olan, oturmuş sabırla
diğerlerini izleyen gri kurttu. O sırada Quil ise – koyu çikolata kahvesi, suratına doğru daha
açık renkli olan – sabit bir şekilde kasılmış, bu sahte dövüşe katılmak için ölüyormuş gibi
görünüyordu. Böyleyken bile canavar değildiler. Arkadaştılar.
Ay ışığı granit sertliğindeki tenlerinde parlarken, kobra yılanının saldırılarından bile hızlı
hareket eden Emmett ve Jasper’ın yenilmez görünüşünün yanından bile geçmeyecek şekilde
arkadaşlardı. Bulaştıkları tehlikeyi anlamadıkları anlaşılan arkadaşlardı onlar. Bir şekilde hala
fani olan arkadaşlar. Kanayabilen, ölebilen arkadaşlar...
Edward’ın kendine güveni insanın endişelerini gideriyordu, çünkü ailesi için gerçekten
endişelenmediği açıktı. Ama kurtlara bir şey olması onu üzer miydi? Eğer bu ihtimal onu
rahatsız etmiyorsa, kaygılı olması için bir sebep var mıydı? Edward’ın kendine güveni sadece
tek bir korkum için işliyordu.
Boğazımdaki yumruya rağmen zorlukla yutkunarak, Jacob’ın gülümseyişine karşılık verdim.
Doğru anlıyormuş gibi gözükmüyordum.
Jacob hafifçe ayağa sıçradı, bütün kütlesiyle ters orantılı bir çeviklikle, Edward ve benim
kenarda dikildiğimiz yere doğru koştu.
“Jacob,” Edward kibarca onu karşıladı.
Jacob, kara gözleri benim üzerimde olmak üzere, onu görmezden geldi. Dün yaptığı gibi,
başını bir tarafına doğru eğerek benim seviyeme indirdi. Hayvansı burnundan hafif bir inilti
çıktı.
“Ben iyiyim.” Diye cevap verdim, Edward’ın yapmak üzere olduğu çeviriye ihtiyaç duymadan.
“Sadece endişeliyim, biliyorsun.”
Jacob bana bakmaya devam etti.
“Nedenini bilmek istiyor.” Diye mırıldandı Edward.
Jacob hırladı – tehdit edici değil, sinir olmuş bir sesle – ve Edward’ın dudakları seyirdi.
“Ne?” diye sordum.
“Benim çevirimin eksik olduğunu düşünüyor. Asıl düşündüğü şey, ‘Bu çok aptalca.
Endişelenecek ne var ki?’ idi. Çevirirken düzenledim, çünkü kaba olduğunu düşündüm.”
Hafifçe gülümsedim, bunu komik bulamayacak kadar kaygılıydım. “Endişelenecek çok şey
var.” dedim Jacob’a. “Bir takım gerçekten aptal kurdun kendi kendilerinin zarar görmesine
sebep olması gibi.”
Jacob öksürüğe benzeyen bir havlamayla güldü.
Edward içini çekti. “Jasper’ın yardıma ihtiyacı var. Çevirmen olmadan sorun yaşar mısın?”
“Başarabilirim.”
Edward bana bir anlığına hasret dolu bir bakış attı, ifadesini anlamak güçtü, sonra arkasını
döndü ve Jasper’ın beklediği yere doğru hızla yürüdü.
Olduğum yerde oturdum. Yer soğuk ve rahatsızdı.
Jacob öne doğru bir adım attı, sonra bana baktı ve boğazından alçak sesli bir inilti çıktı. Tekrar
yarım bir adım daha attı.
“Bensiz git,” dedim. “İzlemek istemiyorum.”
Jacob başını tekrar yana eğdi ve sonra gürültülü bir iç çekmeyle yerde yanımda kıvrıldı.
“Gerçekten, gidebilirsin.” diye onu temin ettim. Cevap vermedi, sadece başını patilerinin
üstüne koydu.
Başımı kaldırıp, parlak gümüş renkli bulutlara baktım, dövüşü görmek istemiyordum.
Hayalgücüm fazlasıyla iyi çalışıyordu. Açıklığa doğru bir meltem esti ve ürperdim.
Jacob, sıcak kürkünü sol tarafına bastırarak bana biraz daha yanaştı.
“Ee, teşekkürler.” diye mırıldandım.
Birkaç dakika sonra, geniş omzuna yaslandım. O şekilde çok daha rahattı.
Bulutlar gök yüzünde yavaşça ilerliyordu, kalın parçalar ayın üzerinde hareket ettikçe havayı
karartıp aydınlatıyordu.
Dalgınlıkla, boynunun etrafındaki kürkü okşamaya başladım. Dün gece çıkarttığı tuhaf inleme
sesini yine çıkarmaya başladı. Evi hatırlatan bir sesti. Daha sertti, kedi mırıltısından daha
vahşiceydi, ama aynı memnuniyet duygusunu taşıyordu.
“Biliyor musun, hiç köpeğim olmadı.” Diye dalga geçtim. “Her zaman bir tane istiyordum, ama
Renée’in alerjisi var.”
Jacob güldü, bedeni altımda titredi.
“Cumartesi için hiç mi endişeli değilsin?” diye sordum.
Devasa kafasını bana çevirdi, böylece gözlerini devirdiğini görebildim.
“Keşke ben de öyle olumlu olabilseydim.”
Başını bacaklarıma yasladı ve tekrar inlemeye başladı. Bu da beni biraz da olsa iyi hissettirmeye
yetti.
“Öyleyse yapmamız gereken bir yürüyüş var, sanırım.”
Mırıldandı, sesi heyecanlıydı.
“Uzun bir yürüyüş olabilir.” diye uyardım. “Edward uzaklıkları normal bir insan gibi
yargılamıyor.”
Jacob yine havlamaya benzer bir kahkaha attı.Ilık kürkünün biraz daha derinlerine yerleştim,
başımı boynuna yasladım.
Garipti. Bu tuhaf biçimde olmasına rağmen, Jake’le benim bir zamanlar olduğumuz gibi
hissettirdi – nefes alıp vermek kadar doğal, kolay, gayretsiz bir arkadaşlık – Jacob insanken
onunla olduğum son birkaç zamandan farklı olarak. Bunu burada tekrar bulmam garipti, tüm
bu kurt durumunun Jake’le olan arkadaşlığımızın kaybının sebebi olduğu düşünülürse.
Öldürme oyunları açıklıkta devam etti ve ben de puslu ayı seyrettim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://twilighturk.yetkin-forum.com
 
Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 19 (BENCİL)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 17 (İTTİFAK)
» Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 3 (GÜDÜLENME)
» Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 18 (EĞİTİM)
» Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 4 (DOĞA)
» Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 5 (MÜHÜRLENME)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Twilight FORUM :: Twilight :: Kitaplar :: Eclipse - Tutulma Kitabı-
Buraya geçin: