Twilight FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


~ TwiLighTuRK ~
 
AnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 New Moon - Yeni Ay Türkçe Çeviri 16.Bölüm(Paris)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
єηdLєSS Lσωє
єηdLєSS Lσωє



Mesaj Sayısı : 465
Kayıt tarihi : 07/03/10
Yaş : 30

New Moon - Yeni Ay Türkçe Çeviri 16.Bölüm(Paris) Empty
MesajKonu: New Moon - Yeni Ay Türkçe Çeviri 16.Bölüm(Paris)   New Moon - Yeni Ay Türkçe Çeviri 16.Bölüm(Paris) EmptyPtsi Mart 08, 2010 9:21 am

BÖLÜM 16:PARİS



O an, başım yüzeye çıktı.
Ne kadar şaşırtıcı. Battığımdan emindim.
Akıntı yukarı çıkmama engelliyordu. Beni sürekli kayalara vuruyordu,
sırtımın ortasına sertçe çarpıp, ritmik olarak ciğerlerimdeki suyu
çıkartıyor. Ağzımdan ve burnumdan sel gibi sular çıkıyordu. Tuz
yakıyordu, ciğerlerimi yakıyordu ve boğazım öylesine suyla dolmuştu
ki, nefes almakta zorluk çekiyordum. Kayalar sırtımı acıtıyordu. Bir
şekilde tek parça kaldım. Dalgalar etrafımda deli gibi coşuyordu.
Sudan başka hiçbir şey göremiyordum, yüzüme uzandım.
"Nefes al." Diye emretti vahşice bir ses ve bu sesi duyunca içimde
kaba bir bıçak acısı hissettim çünkü Edward'ın sesi değildi.
Emre uyamadım. Ağzımdan çıkan sular durmak bilmiyordu, nefes
alamıyordum. Siyah buz gibi su içimi kaplamıştı, yakıyordu.
Kaya tekrar sırtıma çarptı, tam iki kürek kemiğimin ortasına ve
sular tekrar ciğerlerimden dışarı çıktı.
"Nefes al Bella. Haydi." Diye yalvardı Jacob.
Görüntümün önüne siyah noktalar yayıldı gittikçe büyüyor ve büyüyor,
ışığı engelliyorlardı.
Kaya tekrar vurdu.
Kaya su kadar soğuk değildi, tenimde sıcaklığını hissedebiliyordum.
Onun Jacob'ın eli olduğunu anladım, ciğerlerimdeki suyu boşaltmaya
çalışıyordu. Beni sudan çekip çıkartan demir parçası da sıcaktı..
Başım döndü, siyah noktalar her yeri kaplamıştı.
Tekrar mı ölüyordum? Bundan hoşlanmamıştım. Bu geçen seferki kadar
iyi değildi. Şimdi sadece karanlıktı ve görmeye değer hiçbir şey
yoktu. Dalgaların sesi bile karanlığın içinde yok olmuştu, atta
kulaklarımın içinden gelen foşşş sesleri bile gitmişti.
"Bella,?" Jacob'ın sesi hala gergindi ama önceki kadar vahşi
değildi "Bells, tatlım beni duyabiliyor musun?"
Kafamın içindekiler uçup gitmiş, sanki çılgın sulara katılmışlardı...
"Ne kadar zamandan beri kendinde değil?" diye sordu bir başkası.
Hala kıpırdayamadığımı fark ettim. Akıntı yoktu, dalgalar sadece
zihnimde bir görüntüydü. Altımdaki yüzey, dümdüz ve kıpırtısızdı.
"Bilmiyorum." Dedi Jacob, çıldırmış gibiydi. Sesi çok yakından
geliyordu. Elleri çok sıcaktı. Yanaklarımdaki ıslak saçlarımı taradı .
"Birkaç dakika. Onu sahile çekmem uzun sürmedi."
Kulaklarımda duyduğum fooşşş sesi dalgalardan gelmiyordu, bu
ciğerlerimin içinde hareket eden havaydı. Nefes alıyordum.
Ve donuyordum. Binlerce, keskin, buz gibi boncuk, yanaklarımı,
kollarıma ve yüzüme çarpıyor gibiydi.
"Nefes alıyor. Geri geliyor. Onu sıcak bir yere götürmeliyiz. Rengi
iyi görünmüyor." Sam'in sesini tanımıştım.
"Sence onu kıpırdata bilir miyiz?
"Sence düşerken sırtını ya da başka bir yerini incitmiş midir?"
"Bilmiyorum."
Gözlerimi açmaya çalıştım. Bir dakikamı aldı, ama karanlık mor
bulutları gördüm. Üzerime buz gibi yağmur yağıyordu. "Jake" sesim
çatlak çıkıyordu.
Jacob'ın yüzü güneşi kapattı. "Ah!" sesini bir rahatlık kaplamıştı.
Yağmurdan gözleri ıslanmıştı. "Ah! Bella iyi misin? Beni duyabiliyor
musun? Bir yerini incittin mi?"
"S- sad- ece bo-ğazımı," diye titredim. Dudaklarım soğuktan titriyordu.
"O zaman seni buradan götürelim." Dedi Jacob. Kollarıyla beni hiç
zorlanmadan kaldırdı, sanki boş ir kutuyu kaldırıyor gibiydi. Göğsü
çıplak ve sıcaktı. omuzlarını kamburlaştırarak üzerime yağmur
gelmesini engelledi. Başımı kollarını yasladım. Karanlık ve korkunç
sulara baktım..
"Her şey yolunda mı?" diye sordu Sam.
"Evet, gerisini ben halledebilirim. Siz hastaneye geri dönün. Ben
size daha sonra katılıtrım. Teşekkürler Sam."
Başım hala dönüyordu. Söylediği kelimelerin hiçbiri anlam ifade
etmiyordu. Sam cevap vermiyordu. Hiç ses yoktu. Gidip gitmediğini
anlayamıyordum.
Su arkamızdan kumları yalıyordu. Sanki ben kaçtığım için kızgın
gibiydi. Gözlerime bir ışık yayıldı. Uzaktaki koyda, siyah suların
arasında küçücük bir ateş parçası görünüyordu. Bu görüntünün hiçbir
anlamı yoktu, şuurumun yerinde olup olmadığını merak ettim. Siyah ve
sarsıcı suları düşününce başım tekrar döndü. Suyun içinde
kaybolmuştum, aşağıyı ve yukarıyı bulamıyordum. Kaybolmuştum... Ama bir
şekilde Jacob...
"Beni nasıl buldun?"
"Seni arıyordum." Dedi.
"Kamyonetin lastik izlerini takip ederken senin çığlığını duydum..."
titredi. "Neden, atladın Bella? Havanın fırtınaya dönüştüğünü fark
etmedin mi? Beni bekleyemez miydin? " Sesindeki rahatlamanın yerini
öfke almıştı.
"Üzgünüm." Diye mırıldandım. "Aptallık ettim."
"Evet, gerçekten bir aptallıktı." Diye onayladı. Kafasını sallarken
saçlarından birkaç damla su düştü. "Bak, aptalca işleri ben
yanındayken yapabilir misin? Ben yanında değilken, uçurumlardan
atlayabileceğini bilirsem yapacağım işe konsantre olamam.
"Tamam." Diye onayladım. "Sorun değil." Sesim sanki sigara
tiryakisi gibi çıkıyordu. Boğazımı temizlemeye çalışırken bir an
durdum. "Bugün neler oldu? Onu bulabildiniz mi?" Titreme sırası
bendeydi. Aslında üşümüyordum, vücudu beni ısıtıyordu.
"Jacob kafasını salladı. "Hayır. Suya kaçtı, kan emiciler bu konuda
bizden üstün. O yüzden eve koştum. Yüzerek seni bulmasından korktum.
Sahilde oldukça fazla vakit geçiriyorsun..."
"Sam de seninle geldi... Herkes evinde mi?" Hala onu aramadıklarını umuyordum.
"Evet, sayılır."
Çekiç gibi vuran yağmurun altında gözlerim kısılmıştı. Gözleri ya
acıdan ya da meraktan üzgün bakıyordu.
Daha önceden anlam ifade etmeyen kelimeler şimdi ediyordu. "Sen...
hastaneden bahsettin. Sam'e. Birilerine bir şey mi oldu? Seninle kavga
mı etti?"
"Hayır, hayır. Geri döndüğümüzde, Em bize haber vermek için
bekliyordu. Harry Clarearwater. Harry bu sabah kalp krizi geçirmiş."
"Harry mi?" Söylediklerini idrak etmeye çalışıyordum. "Hayır,
olamaz. Charlie biliyor mu?
"Evet, o da orda babamla beraber."
"Harry iyileşecek mi?
Jacob'ın gözleri ısıldı. "Şu an, duru çok iyi gözükmüyor."
Aniden kendimi suçlu hissettim. Uçurumdan atlamak çok beyinsizce
bir hareketti. Şu an kimsenin beni düşünüyor olmasına gerek yoktu.
Umarsız olmak için ne kadar aptal bir zamanlamaydı.
"Ne yapabilirim?" diye ordum.
O sırada yağmur durdu. Jacob'ın evine geldiğimizi fark etmemiştim.
Fırtına çatıya çarpıyordu.
"Burada kalabilirsin." Jacob beni kanepenin üzerine bıraktı. "Sakın
kıpırdama. Ben sana kuru kıyafetler getireyim." Gözlerim karanlığa
alışsın diye biraz bekledim. Ön oda, Billy olmadan bomboş gözüküyordu.
Jacob birkaç saniye içinde geri geldi Giyecek bir şeyler getirmişti.
"Bunlar sana büyük gelebilir, ama daha uygun bir şey bulamadım.
Dışarıya çıkayım da üzerini değiştir."
"Hiçbir yere gitme kıpırdamak için çok yorgunsun. Sadece benimle kal."
Jacob yere oturdu ve sırtını kanepeye yasladı En son ne zaman
uyuduğunu merak ettim Bnim hissettiğim kadar yorgun gözüküyordu
Kafasını yanındaki yastığa dayadı ve esnedi. ""Sanırım birkaç
dakika dinlensem..."
Gözleri kapandı. Ben de benimkileri kapattım.
Zavallı Harry. Zavallı Sue. Charlie2nin onun yanında olacağını
biliyordum. Harry onun en iyi arkadaşlarından biriydi. Jake'in bu konu
hakkında negatif düşüncelerine rağmen, Harry'nin bu durumun üstesinden
geleceğini ümit ettim.
Charlie için, Sue, Leah ve Seth için...
Billy'nin kanepesi ısıtıcının tam yanındaydı ve üzerimde hala ısla
giysiler olmasına rağmen artık ısınmıştım. Ciğerlerim çok acıyordu ama
beni yanık tutacağına şuursuzluğa doğru itiyordu. Acaba uyumak bir
hatamıydı.? Acaba beyin sarsıntısından dolayı boğuluyor muydum? Jacob
yumuşakça horlamaya başladı. Sesi bir ninni gibi gelmeye başladı.
Hemen uykuya kaldım.
Uzun zamandan beri ilk defa normal bir rüya görüyordum. Bir anlamı
yoktu, sade bir sahne üzerine kurulmuş bir setti. Balkon vardı,
geceydi ve boyanmış ay şeklinde bir şey yalandan bir gökyüzünden
sarkıyordu. Gecelik içindeki kız, balkon demirlerine yaslanmış, kendi
kendine konuşuyordu.
Anlamsız, tekrar şuurumu kazanmaya başladığımda rüyamdaki kızın
Juliet olduğunu fark ettim.
Jacob hala uyuyordu, yere uzanmıştı, nefesleri derin ve düzenliydi.
Ev, geldiğimizden daha karanlıktı, camdan dışarısı kapkaranlıktı. Hava
sert ama sıcaktı ve neredeyse kup kuruydu. Boğazım her nefes alışımda
acıyordu.
Kalkmam gerekiyordu, en azından bir şeyler içmek için. Ama vücudum
hiç kıpırdamadan kanepenin üzerinde yatmak istiyordu.
Kıpırdamaktansa, biraz daha Juliet'i düşündüm. Eğer Romeo onu terk
etseydi ne yapardı, diye merak ettim. Eğer Rosalind ona bir şans daha
verseydi, fikrini değiştirir miydi? Juliet'le evlenmektense, sadece
yok olup gider miydi?
Juliet'in nasıl düşüneceğini bildiğimi sanıyordum.
Eski hayatına asla geri dönemezdi. Hiçbir ilerlemede kaydetmezdi,
bundan emindim. Hatta saçları grileşip, yaşlanana kadar bile yaşasa,
her gözlerini kapattığında, Romeo'nun yüzünü görürdü. Ve en sonun da
bunu kabullenirdi.
Acaba en sonun da Paris'le evlenir miydi? Sadece ailesini mutlu
etmek ve barışı sağlamak için. Hayır, muhtemelen evlenmezdi diye
düşündüm. Aslında hikaye Paris'le ilgili fazla bir şey anlatmıyordu.
Sadece bir figürdü, bir yer tutucuydu, bir tehditti.
Peki ya Paris için daha fazlası varsa?
Eğer Paris Juliet'in arkadaşıysa? Onu en yakın arkadaşı? Romeo'yla
yaşadığı muhteşem hikayeyi eğer bir tek Paris'e anlatabiliyorsa?
Kendisini anlayabilecek tek insan oysa? Onun tekrar insan olarak
hissedebilmesini tek arkadaşıysa? Ya hem sabırlı, hem de iyi
yürekliyse? Ya ona çok iyi bakabilekse? Eğer Juliet onsuz
yaşayabileceğini biliyorsa? Ya o gerçekten Juliet'i sevdiyse ve onun
mutlu olmasını istediyse?
Ve... Juliet de Paris'i sevdiyse? Romeo gibi değil. Tabii ki öyle
değil. Ama onun mutlu olmasını isteyebilecek kadar sevdiyse?
Jacob'ın yavaş ve derin nefes alış verişleri, odadaki tek sesti.
Bir çocuğa ninni söyler gibiydi, sallanan sandalyenin çıkardığı ses
gibi, eski bir saatin tik takları gibiydi. Rahatlığın sesiydi.
Eğer Romeo gitmişse ve bir daha geri dönmeyecekse, Paris'in
teklifini kabul edip etmemek bir şey değiştirir miydi? Beklide hayatın
artıklarını değerlendirmeliydi. Belki de bu, hayatta bir daha tadacağı
en büyük mutluluklardan biriydi.
İç çektim ve boğazımı acıtınca inledim. Hikayeyi çok derinden
okuyordum. Romeo fikrini değiştirmeyecekti. Bu yüzden insanlar hala
onun ismini hatırlıyorlardı, ismi hep onunkiyle beraber söyleniyordu,
Romeo ve Juliet. Bu yüzden iyi bir hikayeydi. Juliet terk ediliyor ve
sonunda Paris'le birlikte oluyor. Böyle bir sondan asla iyi bir hikaye
çıkmazdı.
Gözlerimi yumdum ve tekrar daldım, aklımı başka yerlere yönlendirmeye
çalıştım. Bu hikaye yerine gerçekleri düşündüm, mesela uçurumdan
atlayıp, ne kadar büyük aptallık yaptığım gibi şeyler. Bir tek uçurum
değil, motosikletler ve diğer bütün umarsızca davranışlar. Ya bana
kötü bir şey olsaydı? Charlie ne yapardı? Harry'nin geçirdiği kalp
krizi beni kendime getirmişti. Görmek istemediğim bir perspektif
kazanmıştım. Eğer önceden doğruyu kabul etseydim, o zaman yolları
değiştirmem gerekecekti. Bu şekilde yaşayabilir miydim?
Belki, kolay olmazdı, hatta halüsinasyonlarımdan vazgeçmek beni
mahvederdi ama tine de olgunlaşırdım. Belki de olgunlaşmayı
denemeliydim. Belki yapabilirdim. Eğer Jacob benim
olsaydı.
Bu kararı henüz veremezdim. Çok acıtıyordu. Başka bir şey düşünmeliydim.
Beni daha mutlu edecek bir şeyler düşünmeye çalışıyordum... düşerken
hissettiğim hava, suyun siyahlığı, akımın beni kırbaçlaması... Edward'ın
yüzü... Uzun süre oyalandım. Jacob'ın sıcak elleri, beni tekrar hayata
döndürmeye çalışması... mor bulutlardan hızlıca yağan can acıtıcı
yağmur... dalgaların arasındaki garip ateş...
Suyun üstündeki o renklerde tanıdık bir şey vardı. Elbette gerçek
bir yangın olamazdı-
Düşüncelerim bir arabanın sesiyle bölündü. Kalkmayı düşündüm ama sonra
vazgeçtim.
Billy'nin sesini kolayca tanıdım.
Kapı ve ışık açıldı. Gözlerim ışığa alışına kadar hiçbir şey görmedim.
Jake uyumaya çalıştı ve doğruldu.
"Kusura bakmayın." Dedi Billy. "Sizi uyandırdık mı?
Gözlerim yüzüne odaklanınca gözlerinin yaş dolu olduğunu gördüm.
"Oh, hayır Billy." Dedim.
Yavaşça kafasını salladı, yüzü acıyla doluydu. Jake babasına koştu ve
elini tuttu. Acı, yüzüne çocuksu bir ifade vermişti.
Sam, Billy'nin arkasındaydı sandalyesini itiyordu. Yüzünde her
zamanki huzurdan eser yoktu.
"Çok üzgünüm." Diye fısıldadım.
Billy kafasını salladı. "Hepimiz için zor olacak."
"Charlie nerede?"
"Babam hala Sue ile birlikte hastanede. Yapılacak bir sürü işlem vardı."
Güçlükle yutkundum.
"Ben hastaneye dönsem iyi olacak." Diye mırıldandı Sam ve dışarıya çıktı.
Billy elini Jacob'in kinden çekti ve sandalyesini sürerek odasına geçti.
Jake, bir müddet babasının arksından baktı ve sonra yanıma oturdu.
Yüzünü ellerinin arsına yerleştirdi. Omzunu okşadım, keke söyleyecek
bir şeyler olsaydı.
Bir süre sonra Jacob elimi tuttu ve yüzünü koydu.
"Kendini nasıl hissediyorsun? İyi misin? Seni doktora götürmeliydim."
"Beni merak etme." Sesim yine çatlamıştı. Kafasını eğdi ve bana
baktı. Gözleri kıpkırmızıydı. "İyi görünmüyorsun"
"Kendimi iyi hissetmiyorum zaten."
'Kamyonetini alacağım ve seni eve bırakacağım. Charlie eve
geldiğinde onun yanın da olsan iyi olur."
"Haklısın"
Onu beklerken kanepeye uzandım. Billy, kendi odasında sessizce
oturuyordu. Kendimi onu dikizliyormuş gibi hissettim. Sanki özel bir
üzüntünün ortasında rahatsızlık veriyordum.
Jake'in geri gelmesi çok uzun sürmedi. Kamyonetimin sesi sessizliği
böldü. Tek elime etmeden kanepeden kalkmama yardım etti, dışarının
soğuğundan üşemeyeyim diye kollarımı omuzlarımın etrafın doladı.
Sürücü koltuğunu geçti ve bana sarıldı. Başımı göğsüne dayadım.
"Sen eve nasıl döneceksin?"
"Eve dönmüyorum hatırlarsan kan emiciyi hala yakalayamadık.
Titrememin soğukla bir ilgisi yoktu.
Sessizce yol aldık soğuk beni uyandırdı.
Artık hayatımı Jacob olmadan düşünemiyordum, bunu düşünmemeye çalıştım.
Jacob'ın kardeşim olmasını istediğimi hatırladım ve tek istediğimin
ona sahip olmak olduğunu fark ettim. Bu şekilde sarılması beni
rahatsız etmiyordu. Sadece hoşuma gidiyordu; sıcak rahat ve tanıdık.
Güvenli. Jacob, güvenli bir limandı benim için.
Ona sahip olabilirdim. Öyle bir gücüm vardı.
Ona her şeyi anlatmalıydım. Zaten kırılmış olduğumu biliyordu, bu onu
şaşırtmazdı, ama geri kalanları da bilmeliydi Ben, kendi kendime de
çılgın olduğumu itiraf etmeliydim, kafamda duyduğum sesleri
açıklamalıydım. Bir karar vermeden önce her şeyi bilmeliydi.
Bunun gerekliliğini fark ettiğimde, her şeye rağmen beni kabul
edeceğini biliyordum. Bir an durup düşünmezdi bile.
Kendimi buna vermeliydim, benliğimden neler kaldıysa, bütün kırılan
parçalarımla birlikte kendimi vermeliydim. Ancak bu şekilde adil
olabilirdim. Olabilir miydim?"
Jacob'ı mutlu etmeye çalışmak yanlış olurdu? Hatta ona duyduğum
sevgi zadece zayıflıktan duyduğum bir şeyse, hatta kalbim çok
uzaklarda Romeo'sunu arıyorsa, çok mu yanlış olurdu?
Jacob kamyonetimi karanlık evin önüne park etti ve motoru durdurdu.
Tıpkı, diğer zamanlardaki gibi düşüncelerimi hissedebiliyor gibiydi.
Öteki kolunu da etrafıma doladı ve göğsüne sımsıkı bastırdı. Tekrar
bunun çok güzel bir his olduğunu düşündüm. Neredeyse tam bir insan
oluyordum.
Harry'yi düşündüğünü biliyordum tekrar konuştuğunda sesinde özür tonu
vardı. Üzgünüm. Biliyorum benim hissettiğim gibi hissetmiyorsun,
Bella. Yemin ederim umurum da değil."
Nefes alışım hızlandı ve boğazımı acıtmaya başladı. Edward da, benim
içinde bulunduğum şartlar içerisinde mutlu olmamı istemez miydi?
Sanırım düşünürdü. Arkadaşım Jacob'a küçük bir parça aşk vermeme bir
şey demezdi. En nihayetinde aynı aşk değildi.
Jake yanağını saçlarıma yasladı.
Eğer yüzümü yana çevirseydim, eğer dudaklarımı onun çıplak omuzlarına
dayasaydım, neler olabileceğini biliyordum. Oldukça kolay olurdu. Bir
şey açıklamama gerek kalmazdı.
Ama yapabilir miydim? Acaba olmayan kalbime, değersiz hayatımı
kurtarmak için, ihanet edebilir miydim?
Başımı çevirmeyi düşündüğümde midemde kelebekler uçuşuyor gibi oldu.
Ve sonra sanki bir tehlike içerisin deymişim gibi, Edward'ın
kadifemsi sesini duydum.
"Mutlu ol." Dedi.
Dondum.
Jacob, gerginleştiğimi hissetti ve kollarını gevşeterek kapıya uzandı.
Bekle, demek istedim. Bir dakika. Ama hala orada kilitliydim,
Edward'ın kafamdaki yankısını dinliyordum.
Kamyonetin içine serin bir hava doldu.
"Ah!" Jacob'ın sesi sanki biri onu yumruklamış gibi kesildi. "Kahretsin!"
Kapıyı hızla çekti ve motoru çalıştırdı. Elleri o kadar çok
titriyordu ki, bunu nasıl becerebildiğini anlamamıştım.
"Sorun ne?"
Motora hızla gaz verdi, motor boğuldu ve kapandı.
"Vampir," diye bağırdı.
Kan beynime sıçradı ve başım döndü. "Nereden biliyorsun?"
"Çünkü koklayabiliyorum. Kahretsin."
Jacob'ın gözleri vahşiydi, karanlık sokağa bakıyordu. Vücudunu saran
ürpermenin farkında değildi. "Değişmek mi yoksa onu buradan çıkarmak
mı?" diye kendi kendine fısıldadı.
Kısacık bir an için bana baktı, korku dolu gözlerime ve bembeyaz
olmuş yüzüme ve sonr tekrar sokağı taradı. "Evet, seni buradan
çıkartacağım."
Motor çalıştı. Kamyoneti hızla döndürdü. Farlar kaldırımı, siyah
ormanın ilk sırasını ve evimin karşısına doğru park etmiş arabayı
aydınlattı.
"Dur." Dedim.
Siyah bir arabaydı, bildiğim bir araba. Otomobil bilgim hiç yoktu ama
belli arabaları seçebiliyordum. Bu Mercedes S55 AMG'ydi. Beygir gücünü
ve koltuklarının rengini biliyordum. Güçlü bir motorun çıkarttığı sesi
tanıyabiliyordum. İçindeki pahalı deri kaplamaların kokusunu ve koyu
renkli camlardan öğlenin akşam gibi göründüğünü biliyordum.
Bu Carlisle'ın arabasıydı.
"Dur!" diye haykırdım tekrar, bu sefer daha yüksek sesle
haykırmıştım. Jacob sokaktan aşağıya doğru hızla gidiyordu.
"Ne?"
"Bu Victoria değil. Dur, dur. Geri dönmek istiyorum."
"Ne?" tekrar sordu, şaşırıp kalmıştı. Koruyla bana baktı.
"Bu Carlisle'ın arabası. Cullenlar. Biliyorum."
Yüzümden geçen ışıltıyı gördü ve kuvvetle titredi.
"Hey, sakin ol Jake. Her şey yolunda. Tehlike yok, gördün mü? Sakinleş."
"Evet, sakinim." Diye soludu, başını direksiyona yasladı ve
gözlerini kapattı. O, kurda dönüşmemek için konsantre olurken bende
arka camdan siyah arabaya baktım.
Sadece Carlisle dedim. Kendi kendime. Daha fazlasını bekleme. Belki
Esme... dur orda, dedim. Sadece Carlisle. Bu yeterliydi. Umduğumdan daha
da fazlasıydı.
"Evinde bir vampir var," dedi Jacob. "Ve sen geri gitmek mi istiyorsun?"
Ona baktım ama gözlerimi Mercedes'ten ayırmak istemiyordum. Sanki
başka tarafa bakarsam gidecekmiş gibi hissediyordum.
"Tabii ki" dedim. Sorusuna şaşırmıştım, tabii ki de, geri gitmek istiyordum.
Jacob'ın ifadesi sertleşti ve yüzüne acı bir maske yerleşti. Oysa ben,
bunun sonsuza kadar gitmiş olduğunu düşünüyordum. Tam maske yerine
gelmeden hemen önce, gözlerinde ihanetin ışıklarını sezdim. Elleri
hala titriyordu. Benden on yaş daha yaşlı gözüküyordu.
Derin bir nefes aldı. "Bunun bir tuzak olmadığını emen misin?" dedi
yavaş bir sesle.
"Bu bir tuzak değil. Bu Carlisle. Beni geri götür!"
Geniş omuzları titredi ama gözleri düz ve duygusuzdu.
"Hayır."
"Jake her şey yolunda-"
"Hayır. Kendin git Bella." Sesi tokat gibiydi, beni ürkütmüştü.
Çenesini sıktı sonra gevşetti.
"Bak Bella." Dedi aynı sert sesiyle. "Geri gidemem. Sözleşme ya da
değil, ama oradaki benim düşmanım."
"Bu böyle değil..."
"Sam'e hemen anlatmam gerek. Bu bazı şeyleri değiştirir. Onların
topraklarında yakalanamayız."
"Jake bu bir savaş değil."
Beni dinlemedi. Kamyoneti boşa aldı, motoru çalışır vaziyette bıraktı
ve dışarı çıktı.
"Hoşça kal Bella." Dedi omzunun üzerinden. "Umarım ölmezsin."
Karanlığa doğru koştu o kadar titriyordu ki onu net olarak
göremiyordum. Onu geri çağırmak için ağzımı açmadan yok oldu.
Bir an içimi pişmanlık kapladı. Az önce Jacob'a ne yapmıştım öyle?
Ama bu pişmanlık beni uzun süre etkisi altında tutamadı.
Yan koltuğa geçtim ve geri vitese taktım. Benim ellerimde en az
Jake'ikiler kadar titriyordu. Kamyoneti döndürdüm ve eve doğru sürmeye
başladım. Farları söndürdüğümde olduça karanlıktı. Charlie o kadar
acele ile çıkmıştı ki, verandanın ışıklarını açmayı unutmuştu. İçimde
bir şüphe uyandı. Ev gölgeler içindeydi. Ya bu bir hileyse?
Siyah arabaya tekrar baktım neredeyse gecenin içinde görünmezdi.
Hayır, arabayı tanıyordum.
Hala ellerim titriyordu kapının kilidine uzandım. Tam kapının koluna
uzanmıştım ki elimin altında kendi kendine döndü. Kapının açılmasını
bekledim. Hol karanlıktı.
Seslenmek istedim ama boğazım oldukça kuruydu. Hızla nefes alıp veriyordum.
İçeriye bir adım attım ve ışığın düğmesini aradım. Etraf simsiyahtı,
aynı siyah sular gibi...


Aynı siyah suda olduğu gibi, imkânsızdı ama üzerinde turuncu bir ateş
vardı. Ateş olmayacak bir alev, m sonra ne...? Parmaklarım duvarda
geziniyordu, hala ışığı arıyor, hala titriyordum...
Bir an, bu öğlen Jacob'ın bana söylediği bir şey kafamın içinde
yankılanmaya başladı. Suya girdi, demişti. Kan emiceler o konuda
bizden üstün. Bu yüzden eve koştum, seni benden önce yakalamasından
korktum.
Elim düğmeyi ararken dondu., bütün vücudum dondu. Suyun üzerindeki
turuncu rengin ne olduğunu anlamıştım.
Victoria'nın saçı, rüzgârda çılgınca esiyordu. Ateş rengindeydi...
Işık açıldı, ama donup kalmış elim düğmeyi bulamamıştı.
Işığa gözüm alışsın diye birkaç kere göz kırptım ve birinin orada
olduğunu gördüm, beni bekliyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://twilighturk.yetkin-forum.com
 
New Moon - Yeni Ay Türkçe Çeviri 16.Bölüm(Paris)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» New Moon - Yeni Ay Türkçe Çeviri 3.Bölüm(Son)
» New Moon - Yeni Ay Türkçe Çeviri 13.Bölüm(Katil)
» New Moon - Yeni Ay Türkçe Çeviri 14.Bölüm(Aile)
» New Moon - Yeni Ay Türkçe Çeviri 15.Bölüm(Basınç)
» New Moon - Yeni Ay Türkçe Çeviri 1.Bölüm(Parti)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Twilight FORUM :: Twilight :: Kitaplar :: New Moon - Yeni Ay Kitabı-
Buraya geçin: