Twilight FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


~ TwiLighTuRK ~
 
AnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 4. Bölüm (Davetler)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
izeL.
Prenses
Prenses
izeL.


Mesaj Sayısı : 47
Kayıt tarihi : 07/03/10
Yaş : 30
Nerden : İstanbuL

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 4. Bölüm (Davetler) Empty
MesajKonu: Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 4. Bölüm (Davetler)   Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 4. Bölüm (Davetler) EmptyPaz Mart 07, 2010 9:41 pm

Rüyamda etraf çok karanlıktı. Sadece Edward’ın teninden loş bir ışık yayılıyordu. Yüzünü göremiyordum, sadece beni karanlıkta bırakıp uzaklaşırken sırtını görebildim. Ne kadar hızlı koşsam da ona yetişemedim, ne kadar bağırdıysam da arkasını dönüp bakmadı. Gece yarısı sıkıntı ile uyandım, sonra bana çok uzun gibi gelen bir süre uyuyamadım. Ondan sonra neredeyse her gece rüyalarıma girdi ama hep ulaşamayacağım bir yerdeydi.
Kazadan sonraki bir ay huzursuz, gergin ve önceleri utanç vericiydi. ne yazık ki o hatanın geri kalan bölümünde herkesin ilgi odağı oldum. Tyler Crowley sürekli beni takip ediyor ve durmadan af diliyordu. Onu bunları unutmasını her şeyden çok istediğimi söyleyerek ikna etmeye çalışıyordum. Bana bir şey olmamıştı ki. Ama o ısrar ediyordu. Ders aralarında beni buluyor,öğle yemeklerini bizim artık kalabalık olan masamızda yiyordu. Mıke ve Erıc ona birbirlerine davrandıklarından bile kötü davranıyorlardı.hiç hoşlanmadığım bir hayran daha kazandığımı düşünüp rahatsız oluyordu.
Gerçek kahramanın Edward olduğunu defalarca söylesem de, kimse onun yaptıklarıyla ilgilenmiyordu. Beni yoldan çekerek ezilmemi engellemiş olması kimsenin umurunda değildi. Onları ikna etmeye çalışıyordum. Jessica, Mıke,Erıc ve diğer herkes minibüs oradan çekilene kadar Edward’ı hiç görmediklerini söylüyorlardı.
Neden hiç kimse onun o kadar uzakta dururken bir anda yetişip mucizevi bir şekilde hayatımı kurtardığını görmemişti? Olası nedeni anladığım da hayal kırıklığına uğradım. Hiç kimse Edward ‘ı benim gördüğüm gibi görmüyordu. Hiç kimse ona benim baktığım gibi bakmıyordu. Ne yazık!
Edward onun bu macerasını dinlemeye gönüllü kalabalıklar tarafından kuşatılmamıştı hiç. İnsanlar her zamanki gibi uzak duruyorlardı. Cullen ve Hale ‘ ler yine yemeklerini yemeden, kendi aralarında konuşarak masada oturuyorlardı. Hiçbiri özellikle Edward, benim tarafıma bakmıyordu artık.
Derste yanıma oturduğunda benden olabildiğince uzak duruyor, varlığımı yok sayıyordu. Yalnızca ellerini yumruk yaptığında –ellerini kemiklerinin üzerinde daha beyaz görünüyordu- aslında o kadarda ilgisiz olmadığını anlıyordum.
Herhalde beni Tyler ‘ ın minibüsünden kurtarmamış olmayı diliyordu. Bundan başka bir anlam çıkaramıyordum. Onunla konuşmayı çok istiyordum; kazadan bir gün sonra ikimiz de çok öfkeliydik. Anlaşmamızın benim üzerime düşen kısmını yerine getirdiğim halde; bana gerçeği söyleyecek kadar güvenmediği için ona hala kızgındım. Ama nasıl yapmış olursa olsun öfkem bir gecede yerini minnete bırakmıştı.
Biyoloji dersine girdiğimde sırasına oturmuştu bile. Önüne bakıyordu. Bende oturup onun bana dönmesini bekledim. Geldiğimi fark ettiğini gösterecek hiçbir hareket de bulunmadı.ibi.
“merhaba Edward” dedim sevimli bir şekilde. Ona kızgın olmadığımı göstermek istiyordum. Bana döndü gözlerime bakmadan başını salladı ve başka yöne bakmaya başladı. Her gün benden sadece yarım metre ötede durmasına karşın, bu onunla yüz yüze geldiğimiz son andı. Bazen kafeteryada ya da otoparkta kendimi tutamayıp ona uzaktan bakıyordum. Altın rengi gözlerinin günden güne koyulaştığını görüyordum. Ama derste bende ona onun bana davrandığı gibi ilgisiz davranıyordum. Çok üzgündüm. Bu arada rüyalarım devam ediyordu.
Söylediğim bütün yalanlara karşın, Renee e-mail’lerimdeki keyifsizliğimden sıkıntıda olduğumu anladı ve beni birkaç kez endişe içinde aradı. Ona kasvetli havalar yüzünden keyifsiz olduğumu söyledim. Mıke laboratuar eşimle aramdaki soğukluktan çok memnundu. Onun, Edward ‘ın bu cesur kurtarışının beni etkileyeceğini düşünüp endişelendiğini görebiliyordum. Şimdi bunun ters etki yarattığını görmek içini rahatlatmıştı. Kendine güveni artmıştı. Biyoloji dersinden önce masamın kenarına oturup benimle sohbet ediyor. Edward ‘ı yok sayıyordu; tıpkı onun bizi yok saydığı gibi.
O tehlikeli buzlu günden sonra kar kalkmıştı neyse ki. Mıke kartopu savaşını iptal etmek zorunda kaldığı için hayal kırıklığına uğramıştı ama yakında kumsal gezisi gerçekleşeceği için memnundu. Ancak yağmur tüm şiddetiyle devam ediyordu. Aradan haftalar geçti.
Jessica yaklaşan bir başka olayın farkına varmamı sağladı. Mart ayının ilk Salı günü bana telefon etti ve Mıke ‘ı , kızların erkekleri davet ettiği bahar dansına davet etmek için izin istedi.
“senin için sakıncası olmadığına emin misin?sen…onu davet etmeyi planlıyor muydun?” diye ısrar etti; bunun beni hiç rahatsız etmeyeceğini söylediğimde.
“hayır Jess ben gitmiyorum.” Dans etmek benim yeteneklerim dışındaydı. “Çok eğlenceli olacak.” Aslında beni ikna etmeye pek meraklı değildi. Jessıca ‘nın benim gerçek arkadaşlığımdan çok nedenini bilmediğim popülerliğimden hoşlandığından kuşkulanmaya başlamıştım.
“sana Mıke ‘ la iyi eğlenceler” dedim.
Ertesi gün Jessica ‘ nın trigonometri ve İspanyolca dersinde her zamanki kadar aktif ve canlı olmadığını fark ettim. Sınıflarımıza giderken sessizce yanımda yürüyordu; nedenini sormaya korkuyordum. Eğer Mıke onu reddettiyse ben bunu söylemek isteyeceği son kişiydim.
Öğle yemeğinde Jessica Mıke ‘tan uzak oturup Erıc ’ le samimi bir şekilde konuşmaya başlayınca korkularım güçlendi. Mıke ‘ ta hiç olmadığı kadar sessizdi.
Mıke benimle birlikte sınıfa yürürken hala sessizdi; yüzündeki o rahatsız ifade kötüye işaretti. Ben yerime oturana, oda masamın yanına tüneyene kadar sesini çıkarmadı. Edward yine bir dokunma mesafesinde olmasına karşın bana sanki onu hayalimde görüyormuşçasına uzak davranıyordu.
“jessica beni bahar dansına davet etti” dedi Mıke yere bakarak. “harika” dedim , cıvıltılı ve coşkulu bir sesle konuşmaya çalışarak. “Jessica ile çok eğleneceksiniz.”
“ Aslında …” Yüzümdeki gülümsemeye dikkatle bakarken bocaladı, cevabım onu pek mutlu etmemişti. “Ona düşünmem gerektiğini söyledim.”
“neden düşünecekmişsin?” Cevabı kesin bir hayır olmadığı için içim rahatlamıştı ama söylediğini onaylamadığımda sesimden belliydi.
Kıpkırmızı olarak başını önüne eğdi. İçimi bir acıma duygusu kapladı.
“ ben düşünmüştüm ki…belki beni sen davet edersin.” Bir an durdum. Yaşadığım suçluluk duygusundan nefret ediyordum. Ancak göz ucuyla , Edward ‘ ın başını refleks halinde çevirip bana baktığını gördüm.
“ Mıke bence onu davetini kabul etmelisin.”
“ sen başka birini mi davet ettin? “ Edward , Mıke ‘ın ona baktığını fark etmiş miydi acaba ?
“hayır” dedim. “ben dansa gitmiyorum”
“neden gitmiyorsun ?” diye sordu Mike.
Dansı bahane etmek istemiyordum, o yüzden yeni planlar uydurdum.
“hafta sonu Seattle ‘a gidiyorum.” Diye açıkladım. Nasıl olsa kasabadan uzaklaşmam gerekiyordu, bu harika bir zamanlamaydı.
“başka bir hafta sonu gidemez misin? “
“üzgünüm, hayır” dedim. “bu yüzden Jessica ‘yı daha fazla bekletmemelisin. Bu, kabalık olur. “
“evet haklısın,” diye mırıldandı. Arkasına döndü ve yüzünde mahzun bir ifadeyle yerine oturdu. Gözlerimi kapattım; bu suçluluk ve merhamet duygusundan kurtulmak için ellerimi şakaklarıma bastırdım. Bay Banner konuşmaya başladı. İçimi çekip gözlerimi açtım.
Edward mrakla bana bakıyordu. O bildik rahatsızlık ifadesi siyah gözlerinde daha da belirgindi.
Bende şaşkınlıkla ona baktım; başını hemen çevirmesini bekliyordum. Ama o , gözlerimin içine daha derin bakmaya başladı. Gözlerimi ondan kaçırmam mümkün değildi. Ellerim titremeye başladı.
“Bay Cullen ? “ diye seslendi öğretmen. Ondan , duymadığım bir sorunun cevabını vermesini bekliyordu.
“Yengeç Dönencesi” diye cevap verdi Edward , gönülsüzce Bay Banner a dönerek.
Onun bakışlarından kurtulur kurtulmaz kitabıma döndüm ve kaldığım yeri bulmaya çalıştım. Her zamanki gibi korkak davranarak, saçlarımı sağ omzuma attım ve yüzümü kapattım. İçimi kaplayan şiddetli duyguya inanamıyordum; sırf altı haftadır ilk kez yüzüme baktı diye bu kadar heyecanlanmıştım. Onun beni bu kadar etkilemesine izin veremezdim. Acıklı bir durumdu ve çok sağlıksız dı.
Dersin geri kalan kısmında varlığından habersizmişim gibi davranmaya çalıştım, ama bu imkansızdı bu. Zil çaldığında eşyalarımı toplamak için arkamı döndüm, her zaman yaptığı gibi hemen gitmesini bekliyordum.
“Bella ?” Onu yalnızca birkaç haftadır değil de aylardır tanıyor olsam sesi bu kadar tanıdık gelmezdi. İstemeye istemeye döndüm. Onun kusursuz yüzüne baktığım da hissedeceğimden emin olduğum şeyleri hissetmek istemiyordum. Benim yüzümde allak bullak , onun yüzünde anlaşılmaz bir ifade vardı.
“ne? Benimle konuşuyor musun yine ? “ iye sordum sonun da , sesim istemeden sert çıkmıştı. Dudaklarını büktü, gülümsemesini bastırmaya çalışıyordu. “hayır pek sayılmaz,” dedi.
Gözlerimi kapattım, yavaş yavaş burnumdan nefes aldım, dişlerimi gıcırdattığımın farkındaydım. Bekliyordu.
“o halde ne istiyorsun Edward? “ diye sordum gözlerimi kapalı tutarak. Onunla aklım başımda konuşmam bu şekilde daha kolay oluyordu.
“üzgünüm” samimi gibiydi. “ çok kaba davranıyorum biliyorum. Ama böylesi daha iyi gerçekten.”
Gözlerimi açtım. Yüzünde ciddi bir ifade vardı.
“ neden söz ettiğini anlamıyorum,” dedim; kendimi korumak ister gibi
“arkadaş olmamamız daha iyi “ diye açıkladı. “güven bana”
Gözlerimi kıstım. Bu sözü daha önce de duymuştum.
“bunu daha önce anlamaman ne kötü” dedim. Dişlerimin arasından. “o zaman bu pişmanlığı hiç yaşamazdın”
“pişmanlık mı?” bu kelime ve ses tonum onu hazırlıksız yakalamış gibiydi. “neden pişmanlık?”
“ O aptal minibüsün beni ezmesine izin vermemenin pişmanlığı”
Çok şaşırmıştı. Bana kulaklarına inanamıyormuş gibi bakıyordu. Sonunda konuşmaya başladığında, delirmiş gibiydi. “ hayatını kurtardığım için pişmanlık duyduğumumu düşünüyorsun? “
“bunu biliyorum” dedim.
“hiç bir şey bildiğin yok senin” gerçekten delirmişti. Başımı çevirdim; ona suçlamalrımı sayıp dökmemek için dişlerimi sıktım. Kitaplarımı kapıp ayağa kalktım ve kapıya yürüdüm. Sınıftan dramatik bir biçimde çıkmak istemiştim. Ama tabi botum eşiğe takıldı ve ben kitaplarımı düşürdüm. Biran durdum, kitapları orada bırakmayı düşündüm. Ama sonra içimi çektim ve almak için eğildim. Edward oradaydı hepsini üst üste dizmişti bile. Yüzünde sert bir ifadeyle kitapları bana uzattı.
“teşekkür ederim” dedim. Buz gibi bir sesle.
Gözlerini kıstı.
“bir şey değil” dedi.
Doğruldum, arkamı döndüm ve spor salonuna doğru yürümeye başladım.
Bede eğitimi dersi berbattı. Basketbol oynamaya başlamıştık. Takımdakiler bana hiç pas vermiyorlardı. Bu iyi bir şeydi , ama çok sık düşüyordum. Bugün her zamankinden kötüydüm; çünkü kafam Edward ile meşguldu. Dikkatimi ayaklarıma vermeye çalıştım ama ne zaman dengeme gerçekten ihtiyacım olsa Edward düşüncelerime giriyordu.
Spor salonundan çıkınca her zamanki gibi rahatladım. Kamyonetime adete koşarak gittim. Görmek istemediğim bir sürü insan vardı. kazada kamyonetim pek hasar görmemişti. Arka farları değiştirmek ve belki küçük bir yeri boyamak gerekiyordu. Tyler ‘ın ailesi minibüsü hurda fiyatına satmak zorunda kalmıştı.
Köşeyi döndüğümde , uzun boylu bir siluetin kamyonetime yaslandığını gördüm; az kalsın kalp krizi geçiriyordum. Sonra onun Erıc olduğunu anladım. Tekrar yürümeye başladım.
“Erıc!” diye seslendim.
“merhaba Bella.”
“ne var ne yok?” dedim kapıyı açarken. Sesindeki rahatsızlığın farkında olmadığım için söyledikleri beni şaşırttı.
“şey…ben…diyecektim ki….benimle bahar dansına gelir misin? “ sesi titriyordu.
“ben kızların erkekleri davet ettiğini sanıyordum” dedim. Bozuntuya vermeden konuşamayacak kadar şaşkındım.
“evet haklısın” dedi mahcup bir ifadeyle.
Kendimi topladım ve sıcak bir şekilde gülümsemeye çalıştım. “ beni davet ettiğin için teşekkür ederim ama o gün Seattle ‘ a gideceğim,” dedim.
“ya !” dedi. “neyse belki bir dahaki sefere.” ,”tabi,” dedim ve dudağımı ısırdım. Bunu bir söz olarak kabul etmesini istemiyordum.
Omuzları düşmüş bir halde okula geri döndü. Birinin alçak sesle kıkırdadığını duydum.edward kamyonetimin önünden geçiyordu, dudakları sımsıkı kenetlenmiş bir halde bana baktı. Hemen kamyonetime atlayıp kapıyı çarptım. Kulakları sağır eden motoru çalıştırıp geri geri gitmeye başladım. Edward iki araba ötemdeki arabasına binmişti bile. Önüme geçip yolumu kesti. Durdu, kardeşlerin gelmesini bekliyordu. Dördünün arabaya doğru yürüdüğünü görebiliyordum ama henüz kafeteryanın yakınındaydılar. Gıcır gıcır volvonun arkasına çarpmayı düşündüm. Ama çevrede bir sürü tanık vardı. dikiz aynamdan bakıyordum. Arkamda kuyruk oluşmaya başlamıştı. Tam arkamda Tyler yeni aldığı ikinci el Sentra’ sının içinden bana el sallıyordu. Onu umursamayacak kadar öfkeliydim. Gözlerimi önümdeki arabaya dikmiş otururken birisinin arabamın camını tıkladığını duydum. Dönüp baktım Tyler’ dı bu. Şaşkınlıkla dikiz aynamdan da baktım. arabası hala çalışıyordu, kapısı da açıktı. Uzanıp camı açtım. Ama cam sıkışmıştı. Yarısına kadar açıp pes ettim.
“ üzgünüm Cullen ‘ ın arkasında sıkışıp kaldım. “ rahatsız olmuştum, ama bu benim hatam değildi.
“ biliyorum seni burada yakalamışken bir şey sormak istedim .” Sırıttı.
Olamaz, diye düşündüm.
“ bahar dansına beni davet edecek misin? “ diye sordu.
“o gün kasaba da olmayacağım Tyler dedim. Sesim biraz sert çıkmıştı. Ama Michael ve Erıc ın günlük sabır kotamı doldurmaları onun suçu değildi ki.
“evet Mıke söyledi,” diye itiraf etti.
“öyleyse neden…”
Omuz silkti. “onu atlatmaya çalıştığını düşündüm”
Evet, onun suçuydu.
“üzgünüm Tyler “ dedim rahatsızlığımı gizlemeye çalışarak. “ o gün gerçekten şehir dışında olacağım “
“olsun sonra birde balo var”
Cevap vermeme fırsat kalmadan arabasına yürüdü. Yüzümdeki şaşkınlığı hissedebiliyordum. Alice, Rosalie, emmett ve jasper ‘in Volvoya binmesini dört gözle bekliyodum. Edward dikiz aynasından bana bakıyordu. Nedense , sanki Tyler ın az önce söylediklerini duymuş gibi kahkahalarla gülüyordu. Ayağım gaz pedalına gitti… küçük bir dokunuşu , parlak gümüş boyadan kimseye zararı olmazdı. Gaza bastım.
Ama o sırada kardeşleri arabaya bindiği için Edward da gaza basmıştı. Yavaş ve dikkatli bir şekilde eve doğru yola koyuldum. Yol boyunca kendi kendime söylendim.
Eve gittiğimde akşam emeği için soya soslu tavuk yapmaya karar verdim. Zahmetli bir yemekti bu, beni oyalayabilirdi. Soğanları ve biberleri kavururken telefon çaldı. Açmaya korkuyordum neredeyse ama arayan Charlie ya da annem olabilirdi.
Jessica’ydı bu ; çok sevinçliydi. Mıke okuldan sonra onu bulmuş ve davetinş kabul ettiğini söylemişti. Yemeği karıştırırken onu kısaca tebrik ettim. Telefonu kapatması gerekiyordu, daha Angela ve Lauren ‘a haber verecekti. Her zamanki saflığımla , biyoloji sınıfındaki utangaç kız Angela’nın Erıc’i davet etmesini önerdim. Öğle yemeklerinde beni görmezden gelen kendini beğenmiş Lauren da Tyler’ı davet edebilirdi. Bildiğim kadarıyla Tyler partiye kimseyle gitmiyordu. Jess bunun harika bir fikir olduğunu söyledi.artık Mike ile gideceğinden emin olduğu için, benim de dansa gitmemi istediğini söylerken bu kez çok içtendi. Ona da bahane olarak Seattle ‘i gösterdim.
Telefonu kapattıktan sonra dikkatimi akşam yemeğine özellikle doğradığım tavuğa vermeye çalıştım. Bir kes daha acil servise gitmek istemiyordum. Ama başım dönüyordu. Edward’ın söylediği her sözcüğü analiz etmeye çalışıyordum. Arkadaş olmamamızın daha iyi olacağını söylerken ne demek istemişti?
Ne demek istediğini anladığımda,mideme kramp girdi.Kendimi ona ne kadar kaptırdığımı anlamıştı,bana umut vermek istemiyordu...bu yüzden arkadaş bile olamazdık.Çünkü benden hoşlanmıyordu.
"Elbette benden hoşlanmıyor,"diye düşündüm öfkeyle;gözlerim yanıyordu. Soğanlara geç bir tepkiydi bu.Ben ilginç biri değildim.Ama o öyleydi.İlginç...Şahane...Gizemli...Kusursuz...ve güzel...ve belki bir minibüsü tek eliyle kaldırabilecek kadar güçlü.
Tamam...Onu yalnız bırakabilirdim.Onu yalnız bırakacaktım! Burada bir süre kalıp cezamı çekecek ve şansım yaver giderse güneybatıda ya da belki Hawii'de br okuldan burs alacatım.Soslu tavuğu hazırlayıp fırına koyarken güneşli kumsalları ve palmiye ağaçlarını düşünmeye çalıştım.
Charlie eve gelip yeşil biber kokusu aldığında yine kaygılı göründü. Onu suçlayamazdım,doğru dürüst Meksika yemeği yenebilecek en yakın yer belki de Güney Kaliforniya'daydı.Ama ne de olsa o bir polisti ve yemeğin tadına bakacak kadar cesurdu. Beğenmiş gibiydi. Mutfak konusunda bana yavaş yavaş güvenmeye başladığını görmek hoşuma gidiyordu.
"Baba?" dedim yemeği neredeyse bittiğinde.
"Efendim,Bella?"
"Şey,önümüzdeki cumartesi Seattlea gideceğim bilmeni istedim...sakınca yok değil mi?" Ondan izin amak istemiyordum, bu bana çok saçma geliyordu, ama birden kendimi çok kaba hissetmiş ve bu yüzden bunu cümlemin sonuna eklemiştim.
"Neden?" Şaşırmıştı, Forks'ta olmayan bir şeyi hayal edemiyordu sanki.
"Birkaç kitap almak istiyorum...Buradaki kütüphanede çok az kitap var.Belki kıyafette bakarım."Charlie sayesinde arabaya para vemediğim için şimdi eskisinden daha çok param vardı.Sadece benzine biraz para harcıyordum.
"O kamyonet pek tasarruflu değil sanırım," dedi düşüncelerimi okur gibi.
"Biliyorum.Montessano,Olympia v gerekirse Tacoma'da duracağım."
"Tek başına mı gidiyorsun?" Gizli bir erkek arkadaşım olduğundan mı süpheleniyordu yoksa kaza yapmamdan mı endişeleniyordu,bilmiyorum.
"Evet."
"Seattle büyük bir kent;kaybolabilirsin."
"Baba,Phoenix Seattle'dan beş kat daha büyük.Ayrıca ben harita okuyabiliyorum,endişelenme."
"Seninle gelmemi ister misin?"
Kurnaz davranıp korkumu gizleyemeye çalıştım.
"Gerek yok baba, büyük olasılıkla bütün günüm soyunma kabinlerinde geçicek. Çok sıkıcı."
''Ah, tamam.'' Kadınların soyunma kabinlerinin önünde uzun süre oturma düşüncesi babamın hemen vazgeçmesine neden oldu.
''Teşekkür ederim,'' dedim gülümseyerek.
''Partiye yetişecek misin?''
Üfff. Ancak böyle küçük bir kasabada bir baba lise partisinin ne zaman olduğunu bilir.
''Hayır,ben dans etmiyorum,baba.'' Bunu en iyi o anlamalıydı. Denge konusunda anneme çekmemiştim.
Ama anladı. "Ah,doğru" dedi sadece.
Ertesi sabah park yerine girdiğimde, kamyonetimi gümüş renkli Volvo'dan uzağa park ettim. Beni tahrik edecek şeylerin yoluna çıkmak ve ona yeni bir araba almak zorunda kalmak istemiyordum. Kamyonetten indim, anahtarım elimden kaydı ve ayağımın dibindeki su birikintisine düştü. Almak için eğildim ama beyaz bir el benden önce anahtarı kaptı.Doğruldum. Edward Cullen yanı başımda duruyordu, son derece rahat bir tavırla kamyonetime yaslanmıştı.
"Bunu nasıl yapıyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Neyi?" Konuşurken anahtarım elindeydi. Elimi uzatınca anahtarları avucuma bıraktı.
"Birdenbire ortaya çıkmayı."
"Bella eğer son derece dikkatsizsen, bu benim suçum değil." Sesi her zamanki gibi derin ve kadifemsiydi.
Kusursuz yüzüne baktım. Gözleri yine açık renkti; altın bal rengiydi. Kafamın karışıklığından kurtulmak için bakışlarımı başka yöne kaydırdım.
"Dünkü trafiğin nedeni neydi?" diye sordum, başka yöne bakmaya devam ederek. "Ben yokmuşum gibi davranacağını düşünüyordum, beni rahatsız edeceğini degil."
"Tyler için yaptım onu, kendim için değil.Ona bu şansı vermeliydim." Kıs kıs güldü.
"Sen..." Yutkundum.Söyleyecek yeterince kötü bir şey bulamıyordum.Öfkemin sıcaklığının onu yakacağını düşünüuordum ama o eğleniyor gibiydi.
"Ben sen yokmuşsun gibi davranmıyorum" dedi.
"O zaman beni ölümüne rahatsız etmeye mi çalışıyorsun? Tyler'in minibüsü bu işi göremedi çünkü."
Altın renkli gözleri öfkeyle parladı. Dudakları ince bir çizgi haline geldi, gülümsemesi kayboldu.
"Bella,saçmalıyorsun," dedi buz gibi bir sesle.
Ellerimi yumruk yaptım, bir şeye vurmak istiyordum. Kendime şaşıyordum. Ben şiddet yanlısı bir insan değildim. Arkamı dönüp yürümeye başladım.
"Bekle!" diye seslendi. Yağmurda etrafıma sular sıçratarak yürümeye devam ettim. Ama bana yetişti ve yanımda yürümeye başladı.
"Üzgünüm,kabalık ettim," dedi yürürken.Onu duymazdan geldim. "Doğru olmadığını söylemiyorum ama söylemem kabalıktı."
"Neden beni rahat bırakmıyorsun?" diye tersledim.
"Sana bir şey sormak istiyordum ama kafamı karıştırdın." Gülümsüyordu, neşesi yerine gelmiş gibiydi.
"Sende çoklu kişilik bozukluğu mu var?" diye sordum sert sert.
"Bak yine aynı şeyi yapıyorsun."
İçimi çektim. "Peki.Ne sormak istiyorsun?"
"Önümüzdeki cumartesi,biliyorsun,bahar dansının olduğu gün..."
"Komik olmaya mı çalışıyorsun?" diyerek sözünü kesip ona döndüm.Yüzüne baktığımda suratım terden sırılsıklamdı.
Gözlerinde muzip bir pırıltı vardı. "Sözmümü bitirebilir miyim?"
Dudaklarımı ısırdm,ellerimi birbirine kenetledim,böylece kötü bir şey yapamayacaktım.
"O gün Seattle'a gideceğini söylediğini duydum. Birinin seni bırakmasını ister misin?"
Bunu hiç beklemiyordum.
"Efendim?" Nereye varmak istediğinden pek emin değildim.
"Seattle'a seni birinin bırakmasını ister misin?"
"Kimin?" diy sordum,aklım karışmıştı.
"Benim elbette."Karşısında zihinsel özürlü biri varmış gibi tane tane konuşuyordu.
Hala şaşkındım."Neden?"
"Birkaç hafta içinde bende Seattle'a gitmeyi planlıyordum.Ayrıca, dürüst olmam gerekirse bu kamyonetle oraya varacağını sanmıyorum"
"Kamyonetim gayet iyi çalışıyor, ilgilendiğin için teşekkür ederim." Tekrar yürümeye başladım öfkem hiç azalmadığı için şaşkındım.
"Peki ama kamyonetin bir depo benzinle oraya gidebilir mi?" Yine bana yetişti.
"Bunun seni neden ilgilendirdiğini anlamadım." Gıcır gıcır Volvo'nun aptal sahibi!
"Kısıtlı kaybakların boşa harcanması herkesi ilgilendirir."
"Doğrusunu söylemem gerekirse, Edward..."Adını söylerken heycanlandım ve bundan nefret ettim. "Seni hiç anlamıyorum.Benimle arkadaş olmak istemediğini sanıyordum."
"Arkadaş olmak istemediğimi söylemedim. Arkadaş olmasak daha iyi olur, dedim."
"Ah,teşekkür ederim, şimdi her şey netleşti," dedim.Kinayeli konuşmuştum.Yine olduğum yerde durduğumu fark ettim.Artık kafetaryanın çatısının saçağının altındaydık.Bu yüzden yüzne kolayca bakabiliyordum.Bu da düşüncelerimin netleşmesine hiç yardımcı olmuyordu.
"Arkadaşım olmaman senin için daha...sağlıklı olur,"diye açıkladı. "Ama senden uzak durmaya çalışmaktan yoruldum Bella."
Son cümleyi söylerken bakışları derinleşmiş, sesi boğuk çıkmıştı.Bense nasıl nefes alacağımı bile bilmiyordum.
"Benimle Seattle'a gelir misin?" diye sordu.
Konuşamıyordum,sadece başımı sallayabildim.
Gülümsedi,sonra yüzü birden ciddileşti.
"Benden gerçekten uzak durmalısın,"diye uyardı beni.
"Derste görüşürüz."
Birden arkasını döndü ve gelidiğimiz yöne doğru yürüdü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 4. Bölüm (Davetler)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 18. Bölüm (Av)
» Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 16. Bölüm (Carlisle)
» Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 17. Bölüm (Oyun)
» Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 19. Bölüm (Vedalar)
» Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 5. Bölüm (Kan Grubu)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Twilight FORUM :: Twilight :: Kitaplar :: Twilight - Alacakaranlık Kitabı-
Buraya geçin: